Lüzumsuz herif…

Vakit harcamaya bile değmeyecek basitlikte birisi. Sanki hayatı boyunca sürekli destek olduğu, el uzattığı, zor zamanlarında yanında olduğu, yanında bedel ödediği ve hayran bırakacak bir güzel ahlak ve mertlik sergilediği bir kişi, hiç olmayacak şekilde kendisine ihanet etmiş, kendisini meydanda bırakmış ve hiç hakkı yokken bir de kötü söz söylemiş gibi bir hale büründü.

Bir nevi sinir krizi geçirdi. Bağırdı, çağırdı. “Kim bu adam, kendini ne zan ediyor?” falan dedi. Ondan da tam bu türlü bir davranış beklenirdi. Bu işler hep böyledir, içi boş olanların dışı çok gürültü çıkartır. İnsanı değerli kılan, bulunduğu makam ve sahip olduğu rütbe değildir. İnsanı değerli kılan sahip olduğu ahlaktır, fazilettir, iyi niyettir ve insanlığa ne kadar hizmet ettiği, fayda sağladığıdır. Aslında benim tavrım da “Kim bu adam, nasıl geçmiş koca Çin’in başına, kendini ne zan ediyor? Nasıl olabiliyor da o ülkenin başında hala durabiliyor. Her şeyi berbat ediyor” tavrı ve bunu bile fark ediyor ama kabullenmek istemiyor. Kibir işte, insanı çok acınası hallere düşüyor.

Sert kayaya çarptı ama bir gün bunun yaşanacağı belliydi. Dünyanın kaç güçlü liderine birden çekmişim resti, Şi kim? Hiç mi düşünemedi bunca senedir, sıranın kendisine de geleceğini ve neden gereğini yapmadı, kendini düzeltmedi? Dünyadaki bütün zalimlere, kibirlilere, kötülere baş kaldırmış ve rest çekmiş bizler, onu neden görmezden gelelim? Onun adını neden “iyiler” listesine yazalım?

Ben onun aslında kim olduğunu ve kim olmadığını çok iyi biliyorum. Ne kadar aciz, güçsüz olduğunu da çok iyi biliyorum. O da benim kim olduğumu çok iyi biliyor. Yıllardır sürekli takipçim. Elindeki cihazda otomatik tercüme özelliği var, anında tercüme ediyor ve sabah akşam beni okuyor. Okumaya fırsatı olmadığında da adamları dikkatle takip ediyor ve önemli gördüklerini hemen ona haber veriyor. Dünyanın önemli mevzularına dair karar almadan önce benim o konuda ne dediğime mutlaka bakıyor. Ama boşa okuyor işte, içi boş… Bu Şi, ayara falan da girmez. Çin devleti ve milleti ile bir sorunumuz yok ama Şi bizim müttefikimiz değil. Böyle bomboş, zalim, kibirli, cahil, insanlığa düşman, organ işi bile yapan, üç kuruş para için masum canlara kıydıran, küçücük çocukları bile katlettiren cani bir herifin Çin’in başında olması Çin için büyük talihsizlik. Çin’in başına büyük felaketlerin gelmesine sebep olur.

Allah korusun, bir gün Çin, ABD’nin yerini alsa, Şi, Trump’tan çok daha zararlı politikalar uygular. Çok daha kibirli, cahilce ve insanlığı perişan eden kararlar alır. Şu Yeşilleri ve Grileri anlattım, bütün devletler ve liderler gibi Şi de konuyla ciddiyetle ilgilendi ama herkes “Dünyayı ve dünya insanlığını bunların zararlarından nasıl koruyacağız. Ne yapabiliriz” derken Şi ne yaptı? ABD’nin başındaki siyasetçiler ve konseyler yerine, Yeşillerle ve Grilerle kendileri müttefik olabilir mi, onun yollarına da baktırdı. Fırsat bulsa, bütün dünya insalığına düşman olup insanlığı tamamen yok etmek isteyen Yeşillerle ve Grilerle hemen şu dakika müttefik olacak.

Şi, sadece Çin’in değil, dünya insanlığının huzur ve mutluluğunun da önünde bir engel… Trump kadar büyük bir engel. Çin, Şi’den ve Şi benzeri kişilerin üzerinde görülen çirkinliklerden korunmalı ve yüksek ahlaklı/faziletli, insanlığın iyiliğini isteyen bir lider tarafından yönetilmelidir.

Okusun burayı da köpürüp dursun lüzumsuz. Kendini bütün dünyanın kralı zan ediyor. Emri altındaki yüz milyonlarca insana zulüm ediyor, bir saniye umurunda olmuyor. Sonra bulunmaz Hint kumaşı muamelesi görmeyi bekliyor.

Çin’deki diğer yetkililer de bu yaptığımızı iyilik olarak değerlendirmeliler. Şi’nin verdiği karşılığı vermemeliler. Şi’nin ve Şi zihniyetinin Çin’de sebep olacağı şey şimdiden belli: Kısa zamanda bütün dünya insanlığının düşmanlığını kazanmak ve kısa zamanda Çin’in parçalanıp bölünmesi…

Şi’nin yönetimindeki Çin devleti, organize suç örgütüne dönüştü.

Sadistçe uygulamalar yapıyorlar.

Çin’in idam mahkumlarının organlarını rızaları dışında alması bile başlı başına bir skandal, vicdanın el vermeyeceği bir uygulama… Çin, bu uygulamaya son vereceğini açıklayıp duruyorsa da artırarak devam ediyor.

Lakin, bundan çok daha ötesi var. An itibari ile Çin’in başında bulunan Şi’nin de bilgisi, izni hatta dahli/kontrolü dahilinde Çin devleti organ işi yapıyor. Sadece Doğu Türkistan bölgesinde değil, Tibet bölgesi dahil başka bölgelerde de Çin devleti tarafından organ işi yapılıyor. Masum insanlar kaçırılıyor, organları için acımasızca katlediliyor. Kültür ve eğitim seviyesi düşük, maddi imkanları da düşük bölgeleri tercih ediyorlar. Bu işi uzun zamandır sistemleştirmiş haldeler.

Ankebut Ağı nasıl insanlık dışı şekilde insan organı işi yapıyorsa, Çin de aynı sadistlik derecesinde aynı şeytanlığı yapıyor. Çin’deki diğer söz sahibi yetkililer Şi’yi hemen ters kelepçe ile tutuklatmalılar.

Şi’nin yönetimindeki Çin devletinin sadistçe uygulamaları ile her yıl on binlerce Çin vatandaşı organları için acımasızca katlediliyor.

Bu şeytanların bu şekilde elde ettiği insan organlarının büyük çoğunluğu Çin içinde kalıyor. Zengin ve hasta Çinlilere takılıyor. Şİ’nin ve çetesinin üyelerinin hali, karakteri, şeytanlık derecesi, Şeytan’ın Konseyi’nin üyelerinden farklı değil.

Kendileri gibi düşünmüyor, inanmıyor, giyinmiyor diye milyonlarca insanı birden zorla kamplara kapatmaya hakkı olduğunu düşünen ve dünyanın gözleri önünde buna teşebbüs eden tiplerin, kendi vatandaşlarını organları için katlettiğinin meydana çıkması, kimseyi şaşırtmamalı. İnsan, insanlıktan çıkınca şeytanlaşıyor.

Dünya genelinde büyük ses getirmeli, olağan üstü müdahaleler yapmalı, askeri seçenekleri bile değerlendirmeli ve sadist Şi ile çetesini durdurup Çin vatandaşlarını da korumalıyız.

Şi’nin yönetimindeki Çin’in dünyaya pek gösterilmeyen gerçek yüzü cehennem misali…

Fikirleri, siyasi görüşleri nedeni ile çok sayıda insan idama mahkum ediliyor. Bunların infazı acımasızca usullerde yapılıyor ve rızaları dışında organları alınıyor. Aslında organ ihtiyacı gözetilerek ve bahaneler uydurularak insanlara idam cezaları veriliyor.

Sudan sebeplerle idam cezaları verilen mahkumların cezaları infaz edilirken çok zaman bir iğne vuruluyor. Bu, mahkumun hareket kabiliyetini sınırlandırıyor, ölüme yaklaştırıyor ama öldürmüyor. O mahkumların organları diri diri alınıyor. İç organları toplanılıp alınıyor, gözlerindeki kornealar alınıyor ve bir de bütün deri yüzülüyor. Geriye kalan et ve kemik kısmına çöp muamelesi yapılıyor. Kaldırılıp kazan dairelerine, çöplüklere atılıyor. Sonra oralardan alınıp icabına bakılıyor.

Kaçırılıp organları için öldürülen Çin vatandaşı insanlara da aynı muamele yapılıyor.

Resmini gördüğünüz insan şeytanının elinde cehenneme dönen Çin’de, devletin resmi açıklamalarına göre senede 15 bin kadar organ nakli ameliyatı yapılıyor.

Oysa devletin denetimi altındaki hastahanelerde bir senede yapılan organ nakli ameliyatı sayısı yüz binden fazla…

Yani Çin’de devlet sistemi insan şeytanı Şi’nin elinde olduğu için devlet, kendi denetimindeki hastahanelerde bir yıl içinde en az 90 bin yasadışı organ nakli ameliyatı yaptırıyor. Çin’de organ bağışı yapanların sayısı çok ama çok düşük olduğuna göre, bunca organ nereden bulunur?

Bu organları Şi’nin elinde organize suç örgütüne dönüştürülmüş olan Çin devleti buluyor. Çin devleti, devlet gücü ile organ işi yapıyor. Her sene on binlerce masumu öldürüyor. Bu sisteme dahil edildiğine inanamayıp isyan eden, Çin’i terk eden ve sığındığı ülkede Çin’in bu gerçek yüzünü göz yaşları ile anlatan Çinli doktorlar bulunuyor.

Bunlardan birisi, insanlar tam ölmeden organlarını aldıklarını ve cesetlerin derilerini de tamamen yüzdüklerini dahi itiraf etti.

Şi ve Şi’nin zihniyetindeki insan şeytanları Çin’in başında kaldığı sürece, bütün dünya devletleri Çin’e karşı ortak yaptırım uygulamalı. Eğer Çin, başındaki bu şeytan yöneticilerden kurtulamayacaksa, Çin halkının bu şeytanlardan kurtarılması için ortak askeri müdahale yapılması değerlendirilmeli.

Böylesine şeytanlar tarafından yönetilen ve giderek güçlenen bir Çin, dünya insanlığı için çok büyük bir tehdit unsuru olacaktır.

Çin’in yönetici kadrosu ve yönetim zihniyeti değişene kadar devletimiz de olağan üstü tedbirler almalıdır. Böylesine sadistlik, üstüne böylesine ahlaksızlık, böylesine kibir ve tehditkar duruş varken, Çin ile bütün resmi/bürokratik kanalları kesmek ihtimalini bile değerlendirmeliyiz. Dünyaya sesini duyurabilen TRT’miz üzerinden Çin’in gerçek yüzünü anlatmalıyız.

Mehmet Fahri Sertkaya

Nuh aleyhisselamdan sonraki yüksek bilim ve teknoloji devrinde, bazı yetkili kişiler, kod uyuşmazlığını düzeltmek istediler.

Çok denemeler yaptılar, sonuca yaklaştılar ama tam sonuca ulaşmadılar. Çinlilerin, Japonların ve siyahilerin genetiğine yapılan bu müdahaleler sırasında, başka bir ara ırk da oluşmadı.

Tartışmasız bir gerçek var ki kod uyuşmazlıkları düzeltilebiliyor. Başkaca dünyalarda da benzer sıkıntılar yaşandı ve genetik bilimindeki gelişmeler sayesinde düzeltildi. Zaten bu kadar ilerlemenin ardından da gerçek insan derisine, gerçek insan saçına, gerçek insan dokularına sahip robotlar yapılabilir oldu. Ve derinin/dokunun bir anda ayrılıp sonra birleşip iz bırakmadan kaynaşması mümkün oldu.

Nuh aleyhisselamın oğullarından Yafes de başka dünyaya gitti ve orada melez bir türün oluşmasına sebep oldu. Nuh tufanı sırasında da zaten Nuh’un gemisi başka bir dünyaya gitti. Sonra o yüksek teknoloji ürünü gemi kullanıldı, bir zaman sonra eskidi ve sökülüp parçalandı.

Mehmet Fahri Sertkaya

Korku imparatorluğu kurmak…

“300’ler Komitesi” kitabını yazan ve sözde bu komiteyi ifşa eden Dr. John Coleman aslında “300’ler Komitesi”nin bir üyesi…

Bunların bütün işi bu: korku imparatorluğu kurmak… Yalanlarla, propagandayla, ifşa görünümlü propaganda ile kendilerini/sistemlerini dev, acımasız, çok güçlü, mücadele edilemez, karşılarına bile çıkılamaz şekilde göstermek…

Kontrolleri altındaki ABD’yi ve AB ülkelerini de bu zamana kadar böyle gösterdiler, gösteriyorlar. Aslında onlar da abartıldığı kadar güçlü olmadılar, şu anda da o kadar güçlü değiller.

Dünyanın dört bir yanında, Siyonizmin teşkilatlarını, Masonluğu, İlluminati’yi yani Ankebut Ağı’nı ifşa ediyormuş gibi görünerek korku imparatorluğu kurma planlarına hizmet eden hainler oldu ve hala var. Türkiye’de ilk akla gelenler Aytunç Altındal ile Ramazan Kağan Kurtoğlu ama daha başkaca da çok kişiler var.

Ankebut Ağı, Satanist ve bütün insanlığa düşman bir ağdır/teşkilattır.

Ankebut Ağı’nın teşkilatı pramit şeklindedir. Pramitin en üstündeki göz, sözde her şeyi gören ve yöneten Şeytan’ın yani Azazil’in gözüdür. En üst yönetici Şeytan’dır. Mason teşkilatı da bu ağ ile bütünleşmiş bir teşkilattır/ağdır.

Ankebut Ağı’nın ve dolayısı ile Masonluğun alt kademelerinde olanlar pek bilmese de ve onlara açıkça söylenmese de üst kademedekiler hep Satanisttir. Bu nedenle cinler, büyüler bunların vazgeçilmezidir. Azazil, emrindeki cinlerle bu ağı korumak, kollamak ister. Bu ağın mensuplarının cin, büyü kartına karşı sağlam duramayanlar, bunlarla mücadele edemezler.

Zaten bu güne kadar böyle güçlü görülmelerinin en temel üç sebebi var:

1- Şeytani bir şekilde “Zafere ulaşmak için her yol mübahtır” diyerek, güç/para bulabilmek için organ, uyuşturucu, fuhuş, her türlü kaçakçılık, terör, tefecilik dahil insanlık dışı her işi yapmaları. Hiçbir ahlaki sınır, değer tanımamaları…

2- Basın ve medyayı kendi ellerinde tutmaları. İnsanlığı basın/medya kanalı ile kendilerinin istediği şekilde yönlendirmeleri. Bu arada kendi adamlarını, kendilerini ifşa eden adamlar gibi oynatıp da insanlık üzerinde bir korku imparatorluğu kurmak istemeleri…

3- Cin ve büyü kartı ile, normalde aşamayacakları pek çok engeli aşmaları. Önemli rakipleri/engelleri büyülerle yok etmeleri. Cinleri kullanarak yaptıkları büyülerle bazı önemli kişilerin zihinlerini büyük oranda kontrol altına almaları ve onlar farkına varamadan kendilerine hizmet ettirmeleri.

Mehmet Fahri Sertkaya

Size ABD’nin gerçek yüzünü biraz da Bob Lazar üzerinden anlatayım…

Bob Lazar 51. bölgede gerçekten çalıştı ve iddia ettiği şeylerin çoğunu gerçekten gördü. İddiasının aksine olarak, aslında Bob Lazar çok ileri seviyede bir fizikçi değil ve yine iddiasının aksine, UFO’lar üzerinde yapılan tersine mühendislik çalışmalarına da katılmadı. Canlı uzaylıları gördü, onlarla konuşmak ve çalışmak istedi ama konuştuğu uzaylıların anlattığı teknik mevzulardan hiçbir şey anlamadı.

Bob Lazar da bir Yahudi, bir Mason ve Ankebut Ağı’nın mensubu. Ayrıca CIA personeli. Bob Lazar da bir proje… 51. Bölgede kendisinden istifade etmek istediler ama çok verimli olamadı. Bir işe yaramayınca “Sen bari çık, konuş” dediler. Bunca yıldır bu görevi yerine getiriyor. İnsanların ABD’yi çok olağanüstü bir devlet gibi görmesi… Akıl almaz teknolojileri ele geçirmiş bir devlet gibi görmesi… Aramızda uçuk bir bilim ve teknoloji farkı bulunan uzaylı insan türleri ile anlaşmış gibi görmesi için oynanan kirli bir oyundu bu ve başrolde Bob Lazar oynadı.

Dün de yazdığım gibi, ABD ve aslında Ankebut Ağı, dünyamızdakinden binlerce sene ileri seviyede bilim ve teknoloji ile üretilmiş sistemleri hazır olarak ele geçirdiği halde bile hala bilim ve teknolojide pek çok dünya devletinden geride…

ABD ve İsrail, yalanlarla, propaganda ve reklamlarla, kara (karalıyor gibi gösterirken devleştiren, korkutan) propagandalarla ve kara paralarla ayakta duran sanal güçler. ABD’nin ve İsrail’in elinden bu kartları alırsanız, geriye bir hiç kalır.

Bu yüzden Netenyahu, Sanhedrin hahamları ile hakkımda konuşurken “İnsanlar üzerinde oluşturduğumuz korkuları, kontrolleri yıkıyor. Bu adam bizim felaketimiz olacak” demek zorunda kalmıştı ve geçmiş paylaşımlarda bunu yazmıştım.

Bazı belgesel yapımcıları Bob Lazar’ı ciddiye almak için öncelikle yalan makinesi testinden geçmesini istediler. Kabul etti ve testlere dahil oldu ama testleri geçemedi. Bu nedenle belgesel yapmaktan vazgeçenler oldu ve isabet etmiş, doğru karar almış oldular.

Yalan makinesi testlerini geçmesine ihtimal yoktu, çünkü çok sayıda doğrunun arasına çok sayıda yalan karıştırarak anlatıyordu.

Aslında 51. Bölgede tutulan uzaylı insanları gördüğü halde, sorulan bir soruya yalanlarla, kasten yanlış yönlendirmelerle şu cevabı vermişti:

“Hayır, uzaylıları görmedim. Sadece bir iki fotoğraf gördüm. Otopsi yapılırken çekilmişlerdi. Bütün vücut kadraja girmemişti ve uzaylının boyu, fiziki yapısı hakkında bir şey de söyleyebilmem mümkün değil. Fotoğrafta bu uzaylıyı karnı açılmış ve bir iç organi çıkartılırken gördüm. Bir başka karede de bu organın içi açılmış halde gördüm”

Bob Lazar, reklam/propaganda maksatlı kullanılırken, gerçekten işe yarar bilgilerin insanlar ve başka devletler tarafından öğrenilmemesi hususuna da hep dikkat ederek konuştu.

Bob Lazar’ın yalanlarından biri de şu…

Bob Lazar mealen şöyle cümleler kurdu: “51. Bölgeye Rus bilim adamları ve yetkilileri de gelirlerdi. Bir gün 51. Bölgede çok büyük bilimsel keşifler yapıldı. Sonra uygulama değişti ve oraya girebilenelr iyice sınırlandırıldı. Rusların da girmesine izin verilmedi.”

  1. Bölgenin tarihi boyunca Ruslar hiçbir zaman resmi ya da gayr-i resmi görevlerle oraya gitmediler. Böyle bir şey hiçbir zaman yaşanmadı. Ruslar da kaza yapmış UFO’lar ve ayrıca hayatta kalmış uzaylı insanlar ele geçirmişti. Tersine mühendislikle çok şeyleri gerçekten çözüp bilim ve teknoloji de hızlı mesafe almışlardı. Fark şu ki ABD gibi reklam yapmak hatta yalanlarla reklam ve propaganda yapmak ihtiyacı duymuyorlardı.

Bob Lazar da Rusların kendilerinden çok ileride olduğunu biliyordu. Böyle konuşuyordu ki insanların zihinlerinde şunlar çakacaktı:

  • Bu ABD uçmuş, Ruslar bile ABD’nin peşinde koşuyor
  • ABD, öyle bir fark atmış ki en büyük rakibi olan Rusları bile takmıyor.
  • Rusların bile peşinde koştuğu ama yanına yanaşamadığı süper teknolojilere sahip oldu. v.s.

Karar konseyden çıktı. Bizde şebeke suyuna virüs katıp hashahane ve ilaç harcamalarının birden büyük oranda artmasını sağlıyorlardı, bu planlarını bozduk ama şimdi ABD’de ise bu yolu tercih ettiler. Dün 13’ler Meclisi ile Şeytan’ın Konseyi ortak oturum yaptı. Detaylarını sonraki paylaşımlarda yazacağım ama para kaynakları kurudu diye isyanlardalar.

Şu meselede ikinci bir hedefleri var. ABD iç muhalefetini meşgul etmek. Son zamanlarda yayınlarımızın tesiri ile ABD iç muhalefetinin de eli epeyi güçlendi. Onlardan sert hamleler almaktan endişe ediyorlar ve onları uğraştıracak, meşgul edecek gündemler/meseleler oluşturmak taktiği sergiliyorlar.

(Kızamık virüsü burun ve boğaz içindeki salgılarda bulunur. Kişi hapşırdığı ya da öksürdüğü zaman mikroplar damlacık ile etrafa yayılır.)

Bob Lazar “Pekiyi, bu UFO’lar ne ile çalışıyor, yakıtı nedir?” sorusuna cevap verirken hep dünyada bulunmayan 115. elementten bahsediyordu. O zamanlar dünyamızda keşfedilmiş 114 element vardı. 30 Aralık 2015’te kimya bilimi periyodik cetvele dört yeni element daha ekledi ve bilinen 118 element oldu.

Bob Lazar, 115. elementin dünyamızda bulunmadığını, başka dünyaların elementi olduğunu ve element sayesinde UFO’ların enerjisinin sağlandığını anlatıyordu. Diğer yüzlercesi gibi bu kısmı da yalan ve çarpıtmaydı. Bunu da kasten yapıyordu. UFO’larda kullanılan elementin, dünyamızda da bulunan bir element olduğunu çözmüşlerdi.

Kendisinden önce iki bilim adamının 51. Bölgede tersine mühendislik çalışması yaptığı… Bu sırada UFO’ların enerjisini nasıl elde ettiğini çözmek isterlerken bir UFO içindeki küçük nükleer reaktörü kaza ile patlattıkları… Bu iki bilim adamının ölmesinden sonra görevin kendisine verildiği şeklindeki iddiası da yalan. Bob Lazar’ın karakter analizi yapıldığında ve hayatı soruşturulduğunda, yalancı, fitneci, övünmeyi seven, zevk ve uçkur peşinde yaşayan, darmadağın ve sözüne hatta yeminine itibar edilmeyecek alçak karakterli biri olduğu görülebiliyor. Herhangi bir adil mahkeme, bu haldeki bir şahsı adil şahit olarak bile kabul etmez, edemez.

Lazar’ın, sözde kaza neticesinde küçük çapta bir atom bombası patlamasına eş değer bir patlama olduğunu söylemesi ve “Gizlice yapılan bir atom bombası denemesi sırasında yaşanan bir patlama denilerek olayın üstü örtülmüştü” cümlesi, kahkahalar ile gülünüp geçilecek kadar basit ve desteksiz yalanlar… Öyle bir tesiste küçük bir nükleer patlama bile büyük can ve mal kaybına sebep olur. UFO’lardaki nükleer kısmın fiziki boyut olarak küçük olsalar da muazzam bir enerji sağlayabilecek kadar büyük güçte olduğu da gözler önünde…

Ayrıca öyle bir üsde, hiç kimse öyle bir reaktörü incelemez. En azından, patlama ihtimaline karşı her türlü tedbiri almadan orada incelemezler. Bob Lazar, bu gibi uydurmaları ilköğretim öğrencilerine anlatsa, çok faydalı olur, detaylara ve gerçekçiliğe takılmazlar, yine de ufuk açıcı gelir. Neyin doğru, neyin yalan olduğunu yaşları, bilgileri arttıkça zaten öğrenirler. Lakin bunca uzman profesör ve bunca dikkatli basın/medya mensubu neden Bob Lazar’a gereken karşılığı vermedi, asıl soru bu… Bob Lazar’ı kimse bozmadı, çünkü Ankebut Ağı’nın mensubu olduğunu biliyorlardı.

Bir Ankebut Ağı projesi olan Bob Lazar’ın, ABD’yi olağanüstü bir süper güç olarak göstermek için oyun oynarken söylediği ve bazı gerçeklerle süslenmiş yalanlarını şuradan izleyebilrsiniz.

https://ok.ru/video/1471682054798

Mehmet Fahri Sertkaya