Yoksa sen al bavulu kaç, ben alıp bavulu kaçacağım!

Rize Emniyet Müdürü Altuğ Verdi’nin, Süleyman Soysuz’un talimatı ile uyuşturucu mafyası tarafından makamında öldürülmesinin ardından, Tayyip ve Süleyman Soysuz bir ara geldiler.

Görüşmenin dikkat çekici bir kısmı şu şekilde:

Soysuz: Arkadaş markadaş, tamam eyvallah da… Öyle “İstediğim emre uyarım, istediğim emre uymam tarzı takılmayacaksın. Yoksa bu sistem seni yok eder.” demiştim ona da dinlemedi beni…

Tayyip: Boş ver. Belki de iyi oldu bu… Zaten bu aralar Telegram’da sürekli “sıkın” deniyor. Olmazsa “Bu yayınlardan etkilenip de sıkmış biri” deriz. Çok büyük mesele olmaz, zaten peşine düşmezler, bu (müdür) bizim sistemin adamı…

Soysuz: Abi tamam öyle diyorsun da zaten bu adamlar bizim soyumuzu sopumuzu, kökenimizi bile bizim bilemediğimiz kadar iyi biliyor. Bunu mu bilemeyecekler. Emniyet müdürünün öldürülmesini de elbette çözerler. Adam “Delil, kanıt var” diyor her şeyde… Kim bilir bunda da ne bulup çıkartacaklar. Bizi köşeye sıkıştırmasınlar da yine… Dünya kadar malı (uyuşturucuyu) zaten kaptırdık, verdik ellerine (Emniyete).. Tamam mal bizim ama onu tekrar geri alırken de bir sürü alavere dalavere ile uğraşıyoruz. Bütün bu zahmete hiç değmiyor. Bu problemler bizim işlerimizi yavaşlatıyor.

Tayyip: Bunlara bir çözüm bulmalıyız. Yoksa artık yakındır yani tüymemiz gerekebilir.

Soysuz: Valla ben hazırım. Tüm hazırlıkları yaptım yani en ufak bir kıvılcıma bakar. Sonra ben giderim. Zaten kendi adamlarına zarar gelir diye konsey de hiç ses çıkartmıyor (bizim Ankebut Operasyonumuza karşılık verilmediğine sitem ediyor). Bak söylemedi deme, arada kalan biz olacağız. İlk bizi alacaklar, belli bu iş. Milleti harekete geçirecek en ufak bir şey, bizim sonumuzu getirir, bunu sen de biliyorsun.

Tayyip: Evet.. O kadar büyütecek bir şey yok. Bu Türk milleti devlete çok bağlı, kolay kolay ayaklanmazlar.

Soysuz: Bu işe bir çözüm bulmalı. Konseyler kendilerini sağlama almak için bizi bunların önüne atacak belli. Bunlara (konseylere) güven olmaz. Biz ne yapacağız. Nasıl çıkarız bu işlerden. Ya da bu insanları (bizi kastediyor) nasıl susturabiliriz, susturabilir miyiz…

Tayyip: Haklısın. Sen düşün, ben de bir düşüneyim, ne yapabiliriz…

Soysuz: Abi zaten iki ay kaldı ise kaldı. Ne yapabilirsek yapacağız. Yoksa sen al bavulu kaç, ben alıp bavulu kaçacağım.

Mehmet Fahri Sertkaya

Korku imparatorlukları çöküyor, çökecek.

Binlerce cinleri daha az önce mevta oldu. İki konsey, içinde Trump’ın da bulunduğu yedi kişilik Şeytan’ın Konseyi ve onun bir üzerindeki konsey olan 13’ler Meclisi bir araya gelip bütün hünerlerini sergileyerek büyüler yapmışlar, yaptırmışlar. Başka hiçbir şey yapamıyorlar, çaresizler… Kim bilir kaç masum Müslüman çocuğunu daha Şeytan’a tapınma ve büyü ayinlerinde parçaladılar.

Ankebut Operasyonu, sadece AKPKK organize suç, terör ve ihanet örgütünü yıkmak ve gerçek Türk hakimlerinin önüne atmak için başlatılmış bir operasyon değildir. Asıl hedefimiz kuklalar değil, kuklacılar…

Bu operasyon kapsamında, İçimizdeki İsrail dediğimiz teşkilatı oluşturan ve dünyaya yayılmış Ankebut Ağı ile de organize şekilde çalışan bütün alt teşkilatlar çökertilecek. Gizli Ermeniler, gizli Yahudiler, Sabetaycı gizli Yahudiler, Mason teşkilatı, Misyonerler, Tapınakçılar, Evanjelikler, hepsi çökertilecekler.

Bunların, dünya insanlığının gözünde çok güçlü, çok organize ve karşı konulamaz güçte imişler gibi görünmesini sağlayan, pireyi deve gösteren ve bunların Türkiye’de pis işlerine sorunsuz devam etmesini sağlayan, milletimizi kandıran, akıl almaz insanlık dışı faaliyetlere yardım eden sözde Türk basın ve medyası da çökertilecek. Korku imparatorluğu kurmak isterlerken kullandıkları basın-medya patronları, sözde araştırmacı yazarlar, TV programcıları ve sunucuları da oyundan düşürülecek.

Ankebut Operasyonu, Hz. Mehdi’nin, Deccal’in ordusunu yok etmesinde son aşama olarak dünya tarihine geçecek. Bu operasyon devam ettikçe dünya üzerindeki güç dengeleri de değişecek. Deccal’in ordusu, yani Ankebut Ağı, darmadağın edilecek.

Mehmet Fahri Sertkaya

O yol verdi, mafya indirdi.

Soysuz yol verdi, mafya indirdi.
Tipik bir Süleyman Soysuz cinayeti…

Makamında öldürülen Rize Emniyet Müdürü Altuğ Verdi, Emniyet Teşkilatının yüz karası, yediği içtiği haram/rüşvet olan pisliğin tekiydi.

Sürekli Masonlarla ve Ankebut Ağı ile iş tutuyordu. Bu Masonların uluslararası çapta fuhuş, uyuşturucu, silah, organ dahil her pis işi yaptıklarını biliyor ama Ankebut Ağı’nın tepe teşkilatını bilmiyordu.

Evvelden beri pisliğin teki olan Altuğ Verdi, alçak vatan haini ve bütün pis işlerin içinde olan Binali Yıldırım’ın Boşbakanlığı zamanında korumalığını yaptı ve iyice dibe vurdu.

Boşbakan Binali namına piyasada terör estirmeye kalkmış, çok kişileri tehdit etmiş, korkutmuş, sindirmiş ve türlü hukuksuzluklar yapmış birisiydi Altuğ Verdi…

Bir kripto Yahudi olan Altuğ Verdi, bütün kirli işlerin içindeydi. Fuhuş, uyuşturucu dahil pis işler çevirenlerle birlikte çalışıyor, pay ya da sürekli rüşvet alıyordu.

“Param/imkanım olsun, giyineyim, gösteriş yapayım, lüks yaşayayım, etraf hep görsün” ayarında bir gösteriş budalasıydı. Üst makamlarda olanlara sürekli yalakalık yapan bir sefildi. Paranın hangi yollardan geldiği umurunda bile değildi.

Ve gün geldi, Mevla’nın bu sefil mahluka verdiği mühlet bitti. İnsanlık dışı sistemleri içinde, uyuşturucu işi ile alakalı sorunlar çıktı. Bu sorunlar, uyuşturucu işindeki adamlarla arasında karşılıklı mücadeleye dönüştü.

Soysuz, önce kibarca müdahale etti, ara bulmak istedi. Uzlaştırmak istedi. Müdür Altuğ Verdi yanaşmadı, inatlaşıp dikleşti. Sistemi darbe alan Soysuz bu defa tehditler savurdu ve her zaman yaptırdığı işi bir daha yaptırdı, bir Emniyet Müdürünü daha katlettirdi. Şükür ki bu defa öldürttüğü, uyuşturucu işlerini bozdu diye makamında şehit ettirdiği Silivri Emniyet Müdürü Hakan Çalışkan gibi bir vatan evladı değil, kendisi gibi insanlıktan çıkmış pisliğin tekiydi.

Türkiye’deki en büyük uyuşturucu baronlarından biri olup Rus Yahudisi kökenli bir Mason da olan Süleyman Soysuz, Altuğ Verdi ile telefon görüşmelerinde bile atıştı.

Soysuz ara bulmak istedikçe dik/inat bir tip olan Altuğ Verdi “Yapacağım bir şey yok, elimden bir şey gelmez” dedi.

Bu hallerden sonra Soysuz, mafyanın tarafını açıkça turarak müdüre posta koydu ve “Ben ne istiyorsam sen onu yapacaksın” dedi.

İtaat etmeyen müdür, itaatsizliğin bedelini canı ile ödedi. Kuyusu derin, azabı elim olsun. Diğer insan şeytanlarının da mühletleri bitecek…

Müdürün infazını Soysuz’dan ziyade mafya planladı. Soysuz talimat ve yol verdi, mafya indirdi. Katil polis de uyuşturucu mafyasının adamı. “Üniversite kazanıp da merkeze alınmasını istedi. Bu hususta tartışma çıkınca müdürü vurdu” gibi açıklamalar, itibar edilecek türden değil… Katil özel korumaya alınmalı, özel yetkili mahkemeler hemen vak’ayı derinlemesine ele almalı ve Soysuz gibi bir insan şeytanına icap eden hukuki müdahale yapılmalı.

Mehmet Fahri Sertkaya

Organ kaçakçılığı iddiaları mevcut ama delillendirme yok!


“Adalet yok, biz ne istersek ona uyacaksınız. İstersek canınızı, malınızı, ırzınızı, evladınızı, kızınızı, toprağınızı, devletinizi alırız, boşa uğraşmayın” demek gibi bir şey…

Sözde hakim Nusret Alper PAZARCIKLI’nın baktığı dosyada “Organ kaçakçılığı iddiaları mevcut ama delillendirme yok” denilerek, erişimin engellenmesine karar verilmiş.

Biz devlet miyiz, polis miyiz, savcı mıyız? Sahaya inip delilleri de biz mi toplamalıyız? İşgal idaresi altında mıyız, haberimiz mi yok?

  • Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü, üst üste gönderdiğim ihbar maillerini ne yaptı? Bunları işleme aldı mı? Derhal baskın yaptı mı? “Mailleri yok ediyorsunuz, ağır ceza mahkemelerinde yargılanacaksınız” dediğim maili bile yok etmedi mi? Peşim sıra “Şu şu ihbarları neden yok ediyorsunuz, bir hastahanenin altında gizli bodrum katları olup olmadığını tespit etmek çok mu zor? Neden derhal gidip kontrol etmiyorsunuz? Söz konusu tünelin varlığını Büyük Şehir Belediyesi, Valilik ve siz Emniyet, zaten biliyormuşsunuz? Nedir bu yaşanan?” diyen yüzlerce kişinin maillerine neden cevap verilmedi?
  • Birbiri ile bağlantılı, mantık örgüsü içinde, yüzlerce gerçek şahsın isimleri geçilerek ve çok ağır suçlamalarda bulunularak yüzlerce yayın yaptık, bunların hangisi suç duyurusu kabul edildi, hangisi hakkında tahkikat yapıldı? Bunların arasında kendini Cumhurbaşkanı zan eden vatan haininden tutalım da çok meşhur ve büyük patronlara kadar herkes vardı, Memorial’ın sahibi gösterilen organ mafyası mensubu gizli Yahudi ve Mason Turgut da vardı, hangisi ceza davası açabildi?
  • Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün ismini onlarca kere vererek, devlet içine sızmış organ mafyasının baskı ile vazifesini yapmadığını, bu Allahsızca sistemin üyesi Numan Kurtulmuş’un tehdidine boyun eğdiğini, en ağır tabirleri de isimlerin yanında kullanarak defalarca yazmadık mı? Mailler nerede, bu şahıslar neden sessiz kaldı, neden davacı olamadılar? Numan panikle Diyarbakır’a koştu, ne haltlar çevirdiğini ayrıntısı ile yazmadık mı? Çıkıp yalanlayabildi mi? Oyun bu şekilde bozulunca bu defa Süleyman Soysuz Diyarbakır’a koşmadı mı? O da olmayınca uyduruk bir futbol turnuvası bahane edilerek bütün devlet erkanı Diyarbakır’a taşınarak, bize, milletimize karşı hamle yapılmadı mı?
  • Derhal polis operasyonu yapılmadığı, icap eden tahkikatlar yapılmadığı için yüz binlerce insanı CİMER’e yönlendirdik ve “Hassasiyet gösterelim, çekinmeyin, hukuki yükü bizim sırtımızda, şikayet edin, bu yayınları aktarın” dedik de ne oldu? Dünyanın gözleri önünde CİMER 12 gün kapalı tutulmadı mı?
  • Bu organ mafyası ile alakalı olarak Kızılay yönetimini ve gizli Yahudi ve Mason Kerem Kınık’ı bile suçlamadık mı? Kızılay kurum olarak, Kerem şahıs olarak bizden davacı olabildi mı? Kaçırılmış, yanlarında annesi ve babası veya bir yetişkin yakını olmayan Afganistanlı, Pakistanlı, Iraklı, Suriyeli onlarca çocuğu sağ kurtarmak isteyip de peşlerine düşmedik mi? Sistemleri bozulunca bunları İzmir’de kaza süsü ile öldürmek istemediler mi? “Bu kadar çocuk, hepsi ayrı ülkeden, Türkiye’de bunların annesi, babası yok, hala mı tahkikat yapmayacaksınız, bizi kim yönetiyor, devletimizi kim çaldı?” demedik mi?

Uzatmanın lüzumu yok, arkasına onlarca madde daha eklenebilir. Bakılsın yüzlerce yayına, insanlık namına, devlet, millet, vatan, gelecek nesiller namına devleştik ama kendi devletimizin işleyişini durdurmuşlardı. Şimdi “İster çıldırın, ister patlayın, ister millet darbesi yapın, biz size istediğimizi, sizin devlet gücünüzle yaparız. Sistemi ele aldık, mahkemeler de bizde, meclis de bizde, istihbarat da bizde… Organlarınızı da çalarız, yeni ergen genç kızlarınızı da çalar, dünyaya fuhuş için satarız. Uyuşturucuyu devlet gücü ile getirir sokak sokak bütün Türkiye’ye yayarız. Mani olmak isteyen Emniyet mensuplarını, savcıları, hakimleri öldürürüz.” demek değil midir bu? Şehit Emniyet Müdür Hakan Çalışkan dosyası ne oldu? Bu cinayette Soysuz’un kullandığı Emniyet personelinden bazılarının isimlerini bile verdik, kim tahkikat yaptı? Bu ismi verilenlerin hangisi “Olur mu öyle şey, bana bu iftira nasıl atılabilir?” deyip hukuka gidebildi?

Hal böyle ise ki böyle, bize, milletçe kalkıp devleti/vatanı/milleti kurtarmaktan başka yol kalmış mı?

Şu Harun Çoban kardeşimiz, yüzlerce suç duyurusu ve şikayet dilekçesi verdi, hangi biri işleme alındı? Bunların yok edildiğini, sümen altı edildiğini sesli anlatımlarla ve Adliye/Savcılık ve savcı isimleri vererek anlatık da ne değişti? Şimdi devlet gücümüz onun aleyine çevrildi. O içeride, katiller, mafya mensupları, hainler, organ mafyası mensupları, fuhuş mafyası, uyuşturucu mafyası mensupları bizim devlet gücümüzle bize posta koyuyor, öyle mi?

O zaman altta kalanın canı çıksın, anlaşılan o ki biz bir istiklal harbi vereceğiz ve önce, her pisliğin merkezinde olduklarını somut binbir türlü delille ispat edebildiğimiz ABD ile İsrail’in Büyük Elçiliklerini, Konsolosluklarını, ayrıca sahada kullandıkları kirli çetelerini, ayrıca Mason teşkilatının önde gelen binlerce mensubunuz, harp hukuku dahilinde oyundan düşüreceğiz.

Hep diyoruz, işte meydan… Bizim devlet gücümüz bizim aleyhimize çevrilmek istendiğinde, biz her şeyi ama her şeyi göze alacağız ve hiç de zaman kaybetmeyeceğiz.

Mehmet Fahri Sertkaya

Hz.Nuh’un oğlu asi olduğu için kararmadı…

Tam olarak bu dünyadan değiller

Bu kadar yoğun gündem arasında yeterince vakit ayıramıyorum ama aradan kaçmadan şuraya birkaç satır yazayım.

Tıp sahasında elde edilen son ilerlemeler/keşifler iyice gösterdi ve ispat etti ki zenciler/siyahiler tam olarak bu dünyadan değiller.

Yüzlerce farklı somut delil, çok yaklaşık olarak bundan 17 bin yıl önce Nuh tufanının yaşandığını, o sıralarda dünyamızda yüksek bilim ve teknoloji çağı yaşandığını ve tufandan sonra nüfusumuz yeniden hızla çoğalırken başka dünyaların insanlarının da dünyamıza geldiğini gösteriyor. Tıp sahasında son zamanlarda elde edilen şaşırtıcı bilgiler, siyahilerin, Nuh tufanından sonra dünyamıza gelen başka bir insan türü ile bizim türümüzün birleşmesinden türeyip devam ettiği gerçeği ile yüzleşmemize neden oldu.

Ben bile bunu fark edip emin olduysam, dünyanın pek çok devleti çoktan fark etmiş, anlamış, kabullenmiştir. Bu gibi bilgiler dünya insanlığından gizlenmemelidir.

Hep anlatılır, Nuh aleyhisselamın oğullarından biri babasına asi oldu, dinden döndü ve Nuh a.s. ona beddua etti de sonra onun ve soyunun rengi karardı, siyahiler bu şekilde var oldu diye…

Şimdi anlaşılıyor ki bu bilgi kısmen gerçek. Oğlu kararmadı ama Nuh a.s. izin vermediği halde onun başka insan türünden biri ile cinsi münasebeti oldu ve soyu iki başka insan türünün melezi olarak doğdu.

Bu yüzden siyahiler bedenen güçlüler ve daha atletikler ama artık şu kısmı da tartışılmalı ki bu yüzden beyinlerinde ve duygusal kabiliyetlerinde müspet/olumlu yönde az da olsa farklar var. Bizden bu yönde de daha iyiler.

Somut delil mi istiyorsunuz? Mesele bile değil… On senedir anlatıyoruz, topluyoruz, paylaşıyoruz. Artık yüzlerce somut delil var. İşte biri:

Mehmet Fahri Sertkaya