Kıyametin kopmasına insanlar mı sebep olacak?

– Bütün canlılarda hücresel bir elektromanyetik sistem ve alan mevcuttur. Canlıların hücreleri birbirleri ile elektromanyetik alanlar sayesinde iletişim kurar. Son yapılan tetkiklerde hastalıklı hücrelerin sağlıklı hücrelere hastalığı elektromanyetik alanlar ile ilettiği tespit edilmiştir.

– İnsan vücudunun kullandığı elektrik enerjisi kalpte üretilir. Kalp, ruhtan güç alarak atar ve kalbin bu atışı sırasında, kalpteki bir kesecik vücudumuzun kullandığı elektrik enerjisini üretir.

– Beyin ve beyincik bu enerji ile bütün vücudu sinir sistemi ağı üzerinden kontrol eder.

– Bu, şu anlama gelir; bir yerde hastalık varsa, beyin orayı gerektiği gibi kontrol edemiyor ya da hiç kontrol edemiyor demektir. Bu da oraya elektrik sinyallerinin gitmediği, o bölgedeki hücrelerin manyetik alan yapısının ve enerji yapısının bozulduğu anlamına gelir. Ve bu da o bölgeden yayılan elektromanyetik alanımızın bozulduğu anlamına gelir… İşte MR (Manyetik Rezonans) cihazları da bunu tespit içindir.

– Anlaşıldığı üzere vücudumuz da dahil, bütün canlıların bedenlerinin temel yapısında elektrik sistemi ve elektromanyetik alan dengeleri mevcuttur. Hatta bir canlılığı olan gezegenimizin ve sair gezegenlerin yapılarında da elektromanyetik enerji ve alan sistemi mevcuttur. Zaten alemde cansız hiçbir şey yoktur. Günümüzde artık sıradanlaşan elektromanyetik alan hususu,  hastalıkların teşhisi ve tedavisinde kullanıldığı gibi tam aksine olarak insanların hasta edilmesi için de kullanılabilir.

– Bu tam olarak şu anlama gelir; Başka yapay bir elektromanyetik alan üreticiden vücudunuza gönderilen manyetik alanlar, vücudunuzun çok kısacık sürede dengesini bozabilir. Yorgunluk, Halsizlik, baş ağrıları, mide bulantıları, asabiyet, hücre yapılarında bozulmalar, organ yetmezliği ve kanser yapabilir.

– Sadece bu kadar mı? Hayır, çok daha gelişmiş bir merkezin saldırısına maruz kalırsanız, size, kulaklarınız devre dışı bırakılarak sadece sizin duyduğunuz sesler ve gözleriniz devre dışı bırakılarak sadece sizin gördüğünüz görüntüler gönderilebilir. Bu, doğrudan beyninizin işitme ve görme merkezlerine gönderilen sinyaller sayesinde yapılır.

– Zihin kontrolü yapılabilir. Duygularınız, siz hissedemeden oynanabilir. Hiç sebepsiz yere sinirlenmeniz, neşelenmeniz, gülmeniz, ağlamanız, gamlanmanız, duygusallaşmanız, sevmeniz, nefret etmeniz sağlanabilir. Var olan bütün duygularınızla olumlu ve olumsuz (pozitif ve negatif) yönde oynanabilir. Zaten insanlık tarihi boyunca sihir ya da büyü denilen şey de budur. Bütün bunları insanlara cinler de yapabilir.

– Çok daha ciddi bir kasıt söz konusu ise, bunu yapanlar, size kendi kurguladıkları rüyaları gösterebilir. Gördüğünüz doğal rüyaları izleyebilir. Çok önceden yaşadığınız ama hatırlamadığınız acı olayları sürekli zihninizde tutabilir. Oturduğunuz yerde zaman ve mekan algılarınızı da bulandırarak sanki oradaymışsınız gibi, sanki o tarihte ve o olayın içindemişsiniz gibi hayaller görmenizi temin edebilir. Ya da uykuda, geceleri sabahlara kadar tekrar tekrar bunları izletip yeniden acı çekmenizi sağlayabilir. Sinir sisteminizi perişan edebilir. Bütün bu ağır yüklere aralıksız günlerce, aylarca ve yıllarca maruz bırakabilir. Bu da bir kaç yıl içinde bedeninizin çöküntüye uğramasına, dişlerinizin çürümesine, cildinizin bozulmasına, saçlarınızın dökülmesine ve ağarmasına, gözünüzün ferinin kaybolmasına, beden dilinizin-mimiklerinizin bozulmasına sebep olabilir.

– Hafızanızı silebilir. Gerçekte yaşamadığınız sanal hatıraları bunların yerine koyabilir. İnsanın yapısı öylesine mükemmel yaratılmıştır ki asla gördüğü ve duyduğu şeyi unutmaz. Sadece istediği an istediği hatıraya ya da bilgiye ulaşamaz. Her şey, her an, her saniye, her görüntü, her ses, her his, her hatıra kalıcı olarak kayıt edilmiştir. Ama buna ulaşamamaya unutmak denilmiştir. İşte ulaşılan söz konusu kıyamet teknolojilerini kullanan bir merkez,  bir gece tertemiz bir insan olarak uykuya girdiğinizde gerçek hatıralarınızın tamamını “ulaşılamaz” yapabilir ve sizi sanal yüklemeler ile, kırk yıllık ayyaş ya da uyuşturucu müptelası birinin şuurunda uyandırabilir.

– Yüzlerce kilometre uzaktaki bir tesisten gönderilen bir takım dalgalar, vücudunuzun hayatiyetini sağlayan ve enerjisinin üretildiği merkez olan kalbinizi durdurabilir. Doğal ya da sonradan üretme olsun, bir enerji alanı varsa eğer, aynı hususiyetlerde fakat çok daha kuvvetli bir enerji alanı ile mutlaka bu alana müdahale edilebilir. 

– Sonunuzun gelmesini isteyenler, beyninizi-zihninizi tam kontrol altına alarak, iradenizi devre dışı bırakarak, bedeninizi bir yüksek binadan atabilir, hayatınızın bir trenin altında son bulmasını ya da bir uçurumun dibinde son bulmasını sağlayabilir. Daha da kötüsü var. Sizin bedeninizden önce aile fertlerinizin, eşinizin, çocuklarınızın, o an yanınızda bulunan insanların sizin eliniz ile öldürülmesini temin edip sonra oracıkta kendinizi de öldürmenizi temin edebilir. Zaten binlerce yıldır cinler bunu insanlara yapabiliyor ve adına cinnet deniliyor.

– İnsan, hayvan ya da bitkilerin doğal yapısına, yapay enerji alanları ile yapılabilecek bu nevi saldırılar, gezegenimizin ve başka gezegenlerin doğal dengelerine karşı da yapılabilir.

– Dünyamızın merkezindeki magma dolu çekirdeği, dünyamızın uzaydaki dönüş yönünün tersi istikamete döndüğü için, çok muazzam bir eletkromanyetik alan üretilmesine sebep oluyor. Kocaman vücudun hayatiyetini sağlayan ve enerjisini üreten kalpteki kesecik misali, devasa dünyamızın enerjisi de bu çekirdeğin hareketi sayesinde temin ediliyor.

– Nükleer santraller bağlanılarak üretilecek çok çok büyük elektromanyetik alanlar sayesinde, bu enerjinin doğru yere yönlendirilmesi sayesinde yapay yağışlar, yapay fırtınalar, yapay depremler oluşturulabilir. Oluşturulmaktadır. Bir adım daha ileri gidildiğinde dünyanın çekirdeğinin dönüşü yavaşlatılabilir hatta durdurulabilir. Bu, dünya üzerindeki bütün canlılığın dengesinin yok olması anlamına gelir. Kuşlar, bütün hayvanlar, insanlar, bitkiler, kutuplar her şey ama her şey bir anda en temelden ölümcül darbe alır. Ve bu, dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinden çıkıp savrulmasına, doğrudan güneşe doğru çekilmesine ya da güneş sisteminin dışına doğru serbestçe uzaklaşmasına bile sebep olabilir.

– Dahası, hızla ve büyük gayretler ile atom altı parçacıkların sırlarının çözülmeye çalışıldığı şu günümüzde, bu sırları çözecek olan Siyonist kafası, dünya hakimiyeti kuracağım takıntısı ile, zincirleme olarak kıyameti kopartacak ve her şeyi ama her şeyi zincirleme olarak atomlarına ayıracak bir yöntem bulabilir.

– Asırlardır büyük İslam alimleri “Her şeyi sebeplere bağlayarak varlığını gizlemesi Allah Teala’nın adetlerindendir. Bu nedenle kıyametin kopuşuna bile ademoğullarını ve bulacakları bir tekniğini vesile etmesi mümkündür.” demişlerdir.  


Mehmet Fahri Sertkaya

Uzaylıların Allah inancı var mı? Haktan Akdoğan’ın bu soruya verdiği cevabın arkasındaki sarsıcı gerçekler: Gizli Yahudilik, Kabalacılık, New Age tarikatlar, Vahdet-i Vücud sapıklığı…

Haktan Akdoğan’ın bu soruya verdiği cevabın arkasındaki sarsıcı gerçekler: Gizli Yahudilik, Kabalacılık, New Age tarikatlar, Vahdet-i Vücud sapıklığı…

Bir insan anayasal bir hak olarak fikir ve vicdanında, dininde ve görüşlerinde özgürdür. Yahudi, Hristiyan, Ateist, Komünist, Deist ve diğer bütün inançlardan ya da inançsızlıklardan birine tabi olabilir. Bu onun en temel anayasal haklarından biridir.

Lakin bir insan, yüzde doksan küsuru Müslüman olan ülkemizde, kendisini Müslüman tanıtarak, uzay ve uzaylı konularında İslami referanslarla milletimizin gönlünü hoş ederek, güven kazanarak, başka bir dine ya da başka bir devletin ülkemiz ve devletimiz üzerindeki hedeflerine hizmet edemez. 
Memleketimizde resmen 25 bin civarında Yahudi vatandaşımız var. Hiçbirinin kafasına silah dayayıp “Müslüman ol! diye baskı yapan yok. Hepsi de ülkemizde, biz müslümanlardan daha fazla din, ibadet, fikir ve vicdan hürriyetine sahipler. Müslümanların Cuma’sı resmi tatil değil ama Hristiyanların Pazar’ı ve Yahudilerin Cumartesi’si bile resmi tatil. Bu kadar rahatlar…

Ülkemizde 25 bin kadar kimliği açık Yahudi varsa da, bir buçuk milyon kadar da kendini Müslüman gösteren ve her sahada müslüman milletimize tuzaklar kuran kadrolar var. Kimseyi suçlamıyor ve zan altında bırakmıyorum. Yasalara da saygım var. Lakin her geçen gün Sirius grubu ve Haktan Akdoğan konusunda başta ben olmak üzere milletimizin kafasında soru işaretleri oluşuyor. Üstelik kendilerine yöneltilen bu tarz sorulara ve şüphelere karşı sadece sessiz kalışları, tartışmaya girmeyişleri de soruları ve şüpheleri daha da artırıyor. 

Sirius’un resmi web sitesinde, nereden elde ettikleri bilinmez, uzaylıların ağzından, biz dünyalıların merak ettiği sorulara bir takım cevaplar veriliyor. Bu yapılırken, günümüzde bazı kripto Yahudi (Aslen Yahudi ırkından ve dininden olup, kendini Müslüman ve Türk gösteren) teşkilatlanmaların sıkça yaptığı “toplum yönlendirmesi” ya da “içeriden vurma” ya da “Tesir ajanlığı” diyebileceğimiz hareketlere benzer açıklamalar/iddialar ile karşılaşıyoruz. 

Bu sözde uzaylı cevaplarına baktığımızda, Uzaylıların Allah inancı var mı?” sorusunun cevabında ”Tanrı içimizdedir. Biz onun bir parçasıyız. Tüm evren ve sonsuzluk onun bir parçasıdır.” gibi şaşkınlık verici iddialarla karşılaşıyoruz.

Büyütmek için görsele tıklayınız

Biz çok iyi biliyoruz ki, Türkiye’de İslam cemaati kılığına girmiş, on milyonlarca ücretsiz CD, milyonlarca ücretsiz kitap dağıtmış ve son yıllarda iyice deşifre olmuş, kendisinin de, etrafındaki binlerce arkadaşının da gizli Yahudi oldukları ispat edilmiş bir grup da benzeri hareket tarzlarını sergiliyor ve benzeri iddialarda bulunuyor.  Aynı Haktan Akdoğan gibi, bu sözde İslami cemaatin sözde lideri de asılları, bozulmamış halleri kimsenin elinde bulunmayan bozulmuş Tevrat ve Bozulmuş İncil de sanki hak kitaplarmış algısı oluşturacak taktik açıklamalarda bulunuyor. Yazının uzun olmasını istemediğimden ve benzeri bir çok yazı yazdığımdan sadece şunu ifade etmek istiyorum; bozulmuş Tevrat, insan eti yemeyi, insan kanı içmeyi, milletlere bulaşıcı hastalık yaymayı, kız kardeş ile cinsi münasebette bulunmayı “ibadet” olarak gösteriyor iken, bu arkadaşlar bize ne anlatmak, ne mesaj vermek istiyorlar da bu bozulmuş kitaplardaki sözde ayetleri, ”Kutsal kitaplarda da bu bilgiler geçer”diye söze başlayarak bizlere okuyorlar? Hangi kutsal kitap bu saydığım vahşetleri ve sapıklıkları ibadet olarak emir edebilir? Hangi dürüst insan bu tarz uydurma kitapları bu memleketin dini hususlarda eğitimsiz ve bilgisiz bırakılmış Müslümanlarına bu şekilde sunabilir?

İnsanların ve eşyanın(maddi-cismi olan her şeyin) da haşa Allah’ın bir parçası olduğu şeklindeki sapkın inançlara,  Yahudilerin Kabalasında, bozulmuş Tevrat’ta ve diğer büyük dini kitaplarında çok sık olarak denk geliyoruz. Yahudiler, kendilerini ve eşyayı haşa Allah’ın bir parçası olarak kabul ediyorlar. Zaten “İsrail” kelimesine de haşa ”Allah ile savaşıp yenen”manasını veriyorlar. Bu kadar sapkın inançları var. Bu inanç şekline Vahdet-i Vücut deniliyor ki, buna inanan ve kapılan bir Müslüman, şüphesiz dinden çıkıyor ve ebedi cehenneme düşüyor. Gerekli ilmi birikime sahip hangi Müslümana sorsanız, Allah’ın yarattıklarını haşa Allah’ın bir parçası kabul eden (dolayısıyla kendilerini haşa Allah kabul eden) bu sapkın Yahudi akımının küfür olduğunu, dinden çıkardığını size ilmi gerekçeleri ile birkaç on dakika içinde izah ve ispat eder. (Daha önceki yazılarımda bunları delilleri ile mevzu ettiğim için bu yazıda bunlara temas etmiyorum.) 

Bakıyoruz Hak-tan Ak-doğan isimli, ismi ve soy ismi sanki bir denge ile, bir şifreleme yöntemi ile kurulmuş, kulağa hoş gelen ve sık denk gelinmeyen ve İzmir’li bu arkadaşımızın sosyal medya profiline, uzayı ya da uzaylıları anlatan bir profil ya da kişilik olmanın ötesinde, sanki bir Kabalacı Yahudi tarikatının ya da Amerikan New Age tarikatının öğretilerini yavaş yavaş şu Müslüman milletin özellikle de Müslüman gençlerin beyinlerine empoze etmeye çalışan bir tarikat mensubu görüyoruz. Rahatsızlığımız had safhaya gelmiş durumda.

En başta dediğim gibi, gerçekte Haktan Akdoğan ve çevresi Yahudi ve Kabalacı ise, bunu çıkıp açıkça ifade etsin, inandığı gibi açıklasın, inandığı gibi yaşasın. Bundan yana bir sıkıntımız yok. Ama kimse bu memlekette İsrail’in, ABD’nin ve Kabalacı Siyonistlerin işine gelecek bunca art arda hataları(!) müslüman kimliğinde yapmasın. 

Haktan Akdoğan’dan ve Sirius UFO ve Uzay Bilimleri grubundan “ciddiye alınacak” ve “içi dolu” açıklamalar bekliyoruz. 

SpaceExplorer.TV

Mehmet Fahri Sertkaya
 

HAARP: Bir kıyamet teknolojisinin anatomisi. HAARP ile neler yapılabilir?

Yazar: Unknown

ASLINDA iyonosferde çalışmalar yapan ve “İyonosferik ısıtıcıları” araştıran sadece Amerikan ordusu değildi. Ruslar da, Amerikalı ünlü fizikçi Eastlund’un teknolojisine dayanarak kendi benzer sistemler kurmuşlardı. Prof. Eastlund, Tesla’nın kuramlarından yararlanarak birçok yeni patent geliştirmişti. Ayrıca Norveç, Brezilya ve Porto Riko’da benzeri araştırmalar yapılıyordu. Bununla birlikte, Rusya’nın “büyük daha iyidir” adıyla bilinen programları, dev miktardaki elektromanyetik enerjiyi iyonosfere gönderip, başarıyla tekrar dünyaya geri döndürmeyi başarmıştı. Bu yüksek güç seviyesinde, yıkıcı etkiye sahip enerji ışınlarını kullanarak, depolama, güç arttırma ve deşarj etme kabiliyetine sahip güçlü bir pil rolü oynayan iyonosfer istenilen mesafedeki hedefi bir-kaç saniye içinde yok edebilirdi. Oysa o sıralarda Ruslar, bu enerji ışınını yönetip, kontrol etmesi gereken kuvvetli hesap imkanlarına sahip değildi.

Kuşkusuz bu enerji ışınlarının gönderilme aşamasında doğru bir hesap yapabilmek için dünyanın dönüşü, yansıtma açısı ve daha birçok kompleks dinamik faktörler de hesaba katılmalıydı. ABD ise, CRAY ve EMASS bilgisayar sistemlerinin gücüne sahip olmasına rağmen, Rus ısıtıcılarının verimli güç özelliklerinden yoksundu. HAARP ise kuşkusuz bu durumu değiştirecekti.

1995’te Amerikan Ordusu, Rusya’nın çok daha verimli çalışan ısıtıcılarını aşabilecek “süper ısıtıcı” için Kongre’den fon istedi. Fakat ortada hiç beklenmedik bir engel bulunuyordu. Amerikan halkına ‘Star Wars’ programının “koruyucu bir silah” olduğu duyuran Başkan Reagan, sonsuza dek nükleer artışı dizginleyecek “barış perdesi” kurmak için diğer ülkelerle bu teknolojiyi paylaşmayı bile önermişti. Fakat acaba Amerikan halkı, birkaç saniye içinde dünyanın herhangi bir noktasına “ilk vuruşu” gönderebilecek bu “ölüm ışını”nı finanse edecek miydi? Ordu bile bunun basit bir alışveriş olması konusunda kuşkuluydu.

Pentagon, HAARP’ı, tartışmalı ELF (düşük frekanslı) vericilerinin temsilcisi olarak tanıtmaya çalıştı ilk başlarda. Eastlund’un araştırmaları, ısıtılan “lens”in ELF radyo sinyallerini oluşturup, yansıttığını gösteriyordu. Böylece Wisconsin ve Michigan’daki büyük ELF anten sistemleri, daha küçük ve verimli olan HAARP antenleriyle değiştirilebilirdi.

Bu donanım inşa edildiğinden beri, ELF sinyalleri hassas bir konu haline gelmişti. Araştırmalar ELF radyasyonunun aşırı derecede zararlı olduğunu gösteriyordu. New Mexico Kirkland Hava Kuvvetleri Üssü’ndeki, Phillips Laboratuarı Elektromanyetik Etkiler Bölümü’nde, biyolojik etkiler grubu başkanı olan Dr. Cletus Kanavy, “insanın elektromanyetik radyasyonla olan etkileşiminin dev bir ulusal sağlık sorunu ortaya çıkaracağı”nı belirtmişti. (Mikrodalga Radyasyonun Biyolojik Etkileri: Beyaz Sayfa, Mikrodalga Haberleri (Microwave News) 12 Eylül/Ekim 1993) Dr. Kanavy, hem hayvan deneylerinin hem de insanların klinik raporlarının, kronik, ısıya bağlı olmayan etkilerin varlığını desteklediğini vurguladı. Bu etkilerin arasında davranış bozuklukları, sinir ağı rahatsızlıkları, fetal (embriyonik) doku hasarları (doğum bozukluklarının nedeni), cataractogenesis (katarakt), kan kimyasının bozulması, metabolizmanın değişime uğraması, salgı ve bağışıklık sisteminin sindirilmesi bulunuyordu. Ayrıca ELF donanımlarının radyasyon alanı içerisinde bulunan farelerde ve vahşi hayatta ani ve açıklanamayan mutasyon örneklerine de rastlanmıştı. Kongre, ELF vericilerinin engellenmesiyle ilgili olarak yapılan halk protestolarının farkına vardı. Fakat HAARP, karşı kamuoyu çabalarında geç kalmadı. Pentagon, Kongre’yi ELF programlarının zayıflatılıp, yerini “zararsız” olan HAARP’ın “yüksek frekans”ıyla değiştirileceği yönünde ikna etmeye çalışırken, HAARP için ayrılan fon birdenbire ertelendi. ABD Kongre si HAARP’ın başlangıç büyümesi için sadece 16 milyon dolar ayırmaya karar verdi. Fakat HAARP gerçekten de ELF radyasyonunu kullanmayacak miydi? (104. Kongre, 1. oturum, 190’da 104-24 no’lu rapor, 28 Temmuz 1995) Ordunun kendi hazırladığı HAARP Yürütme Raporu’nda, ELF dalgalarına olan güven açıkça belirtiliyordu. Bu dalgalan yerde kurulu olan vericilerden göndermek yerine, HAARP, HF (yüksek frekanslı) enerji ışınlarını “vuruşlu” iletim haline çevirerek kullandı. Bir başka deyişle, HAARP aslında, ELF sinyallerini belirli oranda (saniye 30-3000 devir) açıp kapatarak, onun gücünü iki kat arttırdı. Sonuç şuydu; istenildiği taktirde ELF radyasyonu gezegenin yüzeyinde belirli bir alana yöneltilebilecekti.

Savunma Bakanlığı’nın en önemli iletişim sistemleri ELF/VLF’ (30 Hz – 30 kHz) radyo dalgalarını kullanıyordu. Bunların arasında “Minimum Gerekli Acil iletişim Ağı” (Minimum Essential Emergency Communications Nettfork-MEECN) da yeralıyor ve denizlerin derinliklerindeki deniz altılara mesaj göndermek için kullanılıyorlardı. Ayrıca 70-150 Hz aralığındaki frekanslar özellikle çok güçlü olmalarına rağmen bunları zemine kurulu anten sistemleriyle gerçekleştirmek oldukça zordu.

İyonosferin ısıtılması için gerekli olan benzeri dalgalar zemine kurulu sistemler tarafından da potansiyel olarak üretiliyordu. Isıtıcı, iyonosferin alt kısımlarının iletkenliğini ayarlamak için kullanılıyordu. Bu şekilde aynı zamanda İyonosferik akımlar da değiştirilebiliyordu.

Değiştirilen bu akımlar bir tepki olarak radyo dalgalarının radyasyonu için iyonosferde görsel bir anten üretiyorlardı (Bu teknik halihazırda batı’da ve Sovyetler Birliği’ndeki birkaç dikey HF ısıtıcısında ELF/VLF sinyalleri oluşturmak için kullanılıyor). Bununla birlikte bütün bu çabalar bugüne kadar başlıca birkaç araştırma ve benzer ELF/VLF üretiminin verimini arttırarak iletişim kullanımlarını daha çekici hale getirme yönünde birkaç girişimle sınırlandırılmıştı. Bu çerçevede ELF üreten ısıtıcı, eğer halihazırda ordunun Wisconsin ve Michigan’da varolan anten sistemlerinde kullanılanlardan daha güçlü sinyallersağlayabilseydi, kuşkusuz çok daha etkileyici olacaktı.

Günümüzdeki teorik araştırmalar bunun mümkün olduğunu, HF ısıtıcı olanağının bu imkanı sağlayacağını gösteriyordu. Çünkü bu araştırma alanının geleceğinin parlak görünmesi ve ABD Savunma Bakanlığı’nın ELF ve VLF gereksinimi nedeniyle, bu, tasarlanan araştırma programının halen en önemli itici gücüydü.

Zararlı etkileri olan tüm bu çalışmaların Amerikan hükümetinin kendi “Çevre Koruma Doktrini”yle çatıştığı gözlerden kaçmıyor. Kongre, NEPA vasıtasıyla federal hükümetin politikasının “insanın ve doğanın üretken bir harmoni içinde varolabileceği koşullar yaratmak ve korumak” olduğunu ortaya koydu. (42 U.S.C. Seç. 4331 (a)). Bugüne kadar ProfesörEastlund’un orijinal çalışmasından elde edilen on bir ayrı patent bulunuyor. Bu patentler, “radyasyonsuz nükleer ölçekli patla-malar”, “güç yayan sistemler”, “ufuk-ötesi radar sistemleri” ve “‘nükleer füze bulma veya yok etme sistemleri” gibi kullanımlar için iyonosferin yansıtıcı değişkenliğinden faydalanılabileceğini açıkladılar. Ayrıca bu patentler, şu anda, Savunma Sanayii’nin önemli isimlerinden Raytheon tarafından satın alındı ve diğer askeri patentlerle birleştirilerek savaş alanı uygulamaları için kullanılabilecek durumda.

Eastlund’un orijinal araştırmaları, icatlarının askeri alanda f kullanımı için önemli bir adım oldu. Patentlerinin kullanımıyla ilgili yapılan bir eleştiri, bu teknolojinin nasıl kullanılabileceğini gösteriyordu;”… yerkürenin atmosferine belirli stratejik mevkilerde olağanüstü miktarlarda enerji depolama becerisi ve güç enjeksiyon seviyesini elde tutma…”

“… sadece üçüncü parti haberleşmeleri engellemekle kalmaz aynı zamanda, dünyanın kalan kısmının iletişimi bozulsa dahi, bir veya daha çok ışının avantajını kullanarak kendi iletişim ağını sağlar. Öte yandan diğerlerinin haberleşme ağını bozan sistem, aynı Zamanda bu icadı bilen birisi tarafından bir haberleşme ağı olarak kullanılabilir.”

“… atmosferin geniş bölgeleri beklenmedik yüksekliklere kaldırılabilir. Böylece füzeler, hiç beklemedikleri şekilde ansızın geride kakın kuvvetlerle karşı karşıya kalabilirler…”

Ayrıca yapılan araştırmalar fonun 1996’daki tomografik tarama cihazını geliştirmek için onay verdiği gerçeğini ortaya çıkardı. Dünyanın derinliklerinde, mağara, cephanelik ve potansiyel düşman sığınağı tarama kabiliyetine sahip bu cihaz, fon anlaşmasının bir parçası olarak belirlenmişti. Fakat bu tomografik tarama cihazında kullanılan dalga boyları aynızamanda güçlü birer ELF radyasyonuydu. Ve bir kez yerleştirildikten sonra, frekansı ve yönlendirilmiş ışının gücü değiştirilerek stratejik hedefler vurulabilirdi. Kısaca, 104. Kongre “ölüm ışını” fonu oluşturulması konusunda kandırıldı. Şu anki bütçe taleplerinde özellikle anti -füze teknolojilerinin üzerinde durularak fondan büyük bir ayrım yapılması istendi. Ordu, Nevada’da olduğu gibi gizli yerlerde-konuşlandırılmış yüksek irtifak hedefe kitlenebilen araçlar geliştiriyor. Bu yeni teknolojiyle bağlantılı olarak benzer bir projeye de “Aurora” adı verildi. Bu elektromanyetik ışın sisteminin halen kullanıldığı biliniyor.

Acaba Amerika’nın, dünyanın jandarması olabilecek nitelikte tek süper güç olduğu iddiası, doğanın bu tehlikeli kullanımı konusunda biraz olsun rahatlamamızı sağlayabilir mi? Aslında böyle ölümcül bir gücün, Libya veya Irak gibi bir devlet tarafından kontrol edilmesi ile ABD’nin kontrolünde olması arasında bir fark yok. Ülkenin rejimi ne olursa olsun iktidarınen büyük destekçisi, çağlar boyunca hep silah olmuştur.

Aslına bakılırsa teorik olarak HAARP benzeri bir donanımı çok küçük bütçelerle inşa etmek mümkün. Çünkü bilindiği gibi bu donanım nükleer yakıt içermiyor. Dolayısıyla gizlice inşa edilebilmesi de mümkün. Tahmin edilen gücü ise şu anda görsel olarak sınırsız. Bu yeteneğe ilk olarak sahip olan ülke, diğer benzeri donanımları bulup yok edebilir ve böylecegüç dengesi sağlayarak yeryüzünün tek hakimi olabilir.

HAARP teknolojisi şu anda, dünya çapında birçok bili-madamı tarafından şüpheyle karşılanıyor. Hassas yüklü parti-küller “balonu” olarak tarif edilen iyonosferin, ozon tabakası gibi güneşten dünyaya sürekli olarak gelen yüksek enerjili partiküllere karşı bizi koruyan ince bir deri rolü üstlendiği söylendi hep. Belki de bir gün, bu iyon sahasında oluşabilecekherhangi bir delik veya yırtık, genetik ve biyolojik moleküllerimizle, oradan gelen partiküllerin çarpışmasına neden olacak ve bu da mutasyon ya da ölümcül sonuçlar doğuracak. Bazı bilim adamları iyonosferin elektriksel dengesizlikten çökebileceğini bile söylüyorlar ve özellikle şu soruyu soruyorlar:

“Henüz kendisini tam olarak anlayamadığımız bir şeyin neden olabileceği bir felaketle başa çıkabilir miyiz? Öyle ki bu felaket sadece insanları değil, gezegendeki tüm hayatı kapsamaktadır.”

Bilindiği gibi HAARP çevresel vandalizmle bile suçlanmıştır. Dünyanın, katı metalik bir çekirdeği ve mantoya benzetilen elektrik ileticisi sıvı bir katmanı bulunuyor. Bu, dünyanın yüksek manyetik alanla birlikte dev bir dinamo gibi hareket etmesini sağlıyor. Kuşkusuz her gezegen böyle bir şeye sahip değildir. Manyetik alan veya magnetosfer, bildiğimiz kadarıyla hayati bir öneme sahip. Yüksek enerji partiküllerini dünyaya gönderirken, etkileyici bir şekilde solar rüzgarı da yönlendirir. Bu manyetik alanlar ekvatorda dünyaya en uzak iken Arktik bölgelerde gezegenin yüzeyiyle karşı karşıyadırlar. ikinci fenomen ise İyonosferik “ısıtıcılar”ın, doğal olmayan etkilere karşı çok daha etkili ve hassas olabilecekleri dünyanın kutupsal bölgelerine yerleştirilmesidir.

Solar rüzgar, o kadar kuvvetlidir ki magnetosferi değiştirerek, güneşe bakan (sol) kısmı sıkıştırır ve aksi istikamette (sağ) kuyrukluyıldızların kuyruğuna benzeyen bir “kuyruk” oluşur. Alt iyonosferle birlikte bu yüklü atmosferler gezegenimizin serbest radyasyon çevresini oluşturmak için gereklidirler. Ozon tabakası gibi kırılgandırlar. Ekosistemleri etkileyen bu hasar, HAARP’ı tamamen yok edici bir silah haline dönüştürebilir. Solar rüzgar ve bu periyodik karışıklıkların yeryüzündeki hayata verdiği olumsuz etkiler hakkında Amerika’da yayımlanan Viewzone adlı dergide “Güneşteki Fırtınalar” adlı birmakale yer almış ve büyük gürültü koparmıştı.

Viewzone, bu hikayenin hazırlanması sırasında web sayfası aracılığıyla HAARP’la bağlantı kurdu. Dergide yer alan ifadeler şöyleydi:”İlk olarak araştırmalarımız basitçe ele alınmıştı. Biz HAARP’ın hiçbir özelliği olmayan basit bir araştırma programı olduğuna inandırılmaya çalıştırılmıştık. Bu hikayede referans olarak gösterilen bazı noktalan ileri sürdüğümüz zaman ise bize, HAARP’ın Gakona merkezinde böyle bir aktiviteyi gerçekleştirebilecek temeli olmadığı söylendi. Bize HAARP’ın halka açık bol resimli bir web sayfası olduğu hatırlatıldı. Ayrıca ‘Ordunun gizli bir operasyonu hiç bu şekilde tanıtılır mı?’ diye sorular sorularak şüphelerimiz gideriliyordu.

Kongrenin kendisine ait yazısında, tasarlanan HAARP faaliyet alanının Alaska Poker Flat’da, Fairbanks’ın 30 mil kuzeyinde yer alacağı belirtildi. Yürütme Raporu’nda bu tundra bölgesinin neden ideal bölge olduğuna dair birçok sebep açıklandı. Bununla birlikte, HAARP’ın web sayfasında gösterilen Gakona, Poker Flats’ın 260 mil güneyinde yer alan Alaska Range’in engebeli dağlık bölgesiydi. Bir yanlışlık mı vardı yoksa ‘halka açık’ HAARP Gakona’da yer alırken, önceden planlanan gizli projeler Poker Flats’ta mı inşa edilmişti?”

Bu soruyu açık bir şekilde HAARP’a yönelten Viewzone her zamanki alışılmış dürüstlüklerinin yerine şu cevabı alıyordu:

“Viewzone: e-mail’imde alıntı yaptığım 104. Kongre açıklamasında bildirilenlerin bir yorumunu yapar mısınız?

HAARP: Hayır, yapamam. Bir yönetici olarak eminim ki hiçbir hükümet görevlisi hükümetin diğer dallarında yorum yapmayacaktır. Uzun süreli bir nezaket protokolüdür ve hiçbir zaman önem verilmemiş’ tir. Maalesef bu politikayı, birtakım komplo teorilerine zemin hazırlamak için kullanan bazı insanlar vardır. Size bir çok kereler belirttiğim gibi bu e’mailhesabı HAARP programıyla ilgili teknik soruları cevaplandırmak amacıyla açılmıştır. Anti-HAARP iddiaları teknik zeminde kolaylıkla çürütülmektedir. Nitekim size de daha önce gerekli açıklamalarda bulunmuştuk. Alt satır HAARP’ın teknik açıdan, hem özel sektör hem de DOD için yararlı olan yüksek performanslı haberleşme sistemlerini oluşturabilecek kapasiteye sahip olduğunu açıklamaktadır. HAARP ancak Hawai’deki Keck Rasathanesi veya New Mexico’daki Geniş Kompleks kadar öldürücü etkisi vardır.

Saygılarımla,(HAARP) Webmaster

Viewzone ayrıca mucit Dr. Bernard Eastlund’a da teknolojisi hakkında sorular sormuştu. Dr. Eastlund, patentlerinin daha önceden kendisinin belirttiği her şeyi yapabilecek kapasitede olduğunu söylüyordu:

“İtalya-Sardunya-Cagliari’de 1998 yılı 20-22 Ekim’de, ‘Workshop on Space Exploration and Resources Exploitation’da, ‘Yüksek Güçlü Elektromanyetik Radyasyon’ kullanarak yapılan ‘Hava Değişikliklerinin Sistem Düşünceleri’ başlıklı bir yazım yayınlandı. Sistem çalışması, gerçekleşmesi muhtemel bir çalışmadan bahseder fakat aynı zamanda güvenlikten ve fırtınanın davranışını önceden bilip, denetleyecek kapasitelerden bahseden yayınlar da yapar. Eğer bu başarılı olursa, yıkıcı etkisi olan tornadoların oluşumunu engellemek mümkün olabilir. Bu benim orijinal çalışmamın pozitif bir sonucu olacaktır. Teknolojinin ileri araştırmaları fırtınaları hafifletmekte yararlı olabilir. Güvenlik konusuna gelince… En önemli konunun bu olduğunu düşünüyorum. Bu uygulamaların güvenli olduğu gösterilmedikçe, hiçbir deney başlatılmamalıdır. Benim şirketim, NASA tarafından global ısınmayı azaltma deneylen için hazırlanan noktalar da dahil olmak üzere birtakım güvenlik esaslarını ve yine bu sistemlerin askeri amaçlar için kullanılmayacağını garanti etmeyi kabul etti. Bu esaslar dün, 19-21 Ocak 1999 tarihleri arasında George Washington Üniversitesi’nde düzenlenen Uzağa Duyarlı Uygulamalar ve Felaket Yönetimi için GIS’ konulu konferansta verdiğim notlarda da vardır. Kopyası ilişiktedir. Dikkat edin; esaslarda uluslararası kontrol için etkili bir tavsiyede bulundum.”

Gelecekte, Prof. Eastlund’un projeleri belki de gezegenimizi değiştirecektir. Elektriksel enerji, artık iletim hatları olmadan her yerde bulunabilecektir. Fırtına ve tornadolar sonucu oluşan afetlerin etkisi minimuma indirilebilecek, iklimler daha yumuşak olacak; besin üretimi, güneşli gökyüzü ve bol yağışlar sayesinde arttırılacaktır. Global iletişim ucuz olacak,kritik ozon yeniden doldurulacak ve en önemlisi, düşman donanımlarını tespit edip, yok edebilecek kabiliyete sahip nükleer silahların modası geçecektir. Ayrıca terörizm çok daha zor yapılacaktır. Kısaca, Eastlund’un icatları ucuz enerji sağlayacak ve açlığa ve susuzluğa son verecek. Kuşkusuz bunlar ihtimal dahilindedir.

Fakat bu insancıl uygulamalar hâlâ geleceğe yöneliktir. Eastlund’un patenti hâlâ askeri endüstriyel komplekslerin kontrolü altındadır. Eastlund’un icatlarının, dünyanın daha rahat yaşanabilir bir hale getirilmesi için kullanılmasından önce, anlık “ölüm ışını” veya dev “zihin kontrol” mekanizmaları için kullanılma ihtimali çok daha yüksektir.

Doğrusu bir cümleyi hatırlatmadan geçemeyeceğim:

“insanların gözü önünde gökten yeryüzüne ateş yağdıracak kadar büyük mucizeler yapıyordu.” (incil, Esinlemeler 13:13)

HAARP ve Hava Yolculuğunun Tehlikeleri

“…tasarladığın her şey mümkündür; ki teknoloji onu gerçeğe dönüştürecektir.”

Sabah gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu’nun bahsettiği “Angels Don’t Play This HAARP” kitabının yazarı Dr. Nick Begich’e, kitabıyla” ilgili görüşleri için başvurduk. Dr. Nick Beigich son zamanlarda bilinmeyen nedenlerle düşen uçakların HAARP yüzünden düşebileceği ihtimalini üzerinde duruyor ve son derece ayrıntılı bilgiler veriyor. Yazar 2 Şubat 1996tarihinde Güney Amerika’da 70 kişinin ölümüyle sonuçlanan Amerikan Havayollarına ait boeing 757 tipi uçağın şaibeli bir şekil-de düşmesini, HAARP’IN kontrol edilemeyen etkilerine bağlıyordu.

Hava Seyahatinde Ciddi ELF Tehlikesi

Gizli ELF silahlarının ve Alaska’daki HAARP projesinin, dünyanın dört bir yanında yapılan ticari jet uçuşları için ciddi bir tehlike teşkil ettiği son derece aşikardır. Aslına bakılırsa, bu ELF elektromanyetik silah sistemleri ve/veya HAARP çoktan, yüzlerce masum insanın hayatına mal olan uçak kazalarına yol açmış da olabilir; tıpkı Kaptan Schreiber’in Aeroperu 757’sinin içinde yolculuk eden 70 kişinin hayatına mal olduğu gibi.

HAARP’DA, güçlü vericilerin yaklaşan bir hava aracını algıladığı anda otomatik olarak kapandığı söylenmektedir. Gerçekte ise, HAARP tarafından yayınlanan ELF dalgaları üst atmosferin ‘ayna’ yansıtıcısına zıplamakta ve sonra da yeryüzüne geri dönerek HAARP vericilerinden binlerce mil ötedeki yerlere çarpmaktadır. Düşünün bir kere: PACE (Temiz Enerji için Dünya Çapında îş Birliği Derneği)’nin, ELF dalgalarının uçaklara tam olarak nasıl etki ettiğini tarif eden 12/81 yayınında ELF’nin tehlikeleri hususunda şu ikazlar bulunuyordu:

“Uçuş güvenliği ‘kritik’ görülen başlıca havacılık malzemelerinin Boeing firması tarafından yapılan derinlemesine testi, seyir ve iletişim cihazlarının yapay ELF manyetik ve voltaj sahalarının etki-sinde kaldığında fonksiyonlarının bozulduğunu ortaya çıkarmıştır… Bunun başlıca sorumlusunun da ‘gyrosyn sistemlerinde yer alan katot ışın tüpleri ve manyetikdeğişim sübapları olduğundan şüphelenilmektedir. Diğer kritik havacılık malzemeleri de belirli ELF frekanslarından ve şiddetlerinden etkilenmektedir. Hatta (radar kullanan) yerde kurulu hava trafiği kontrol sistemleri dahi etrafı saran ELF sahaları sebebiyle kullanılamaz hale gelebilmektedir. Otomatik pilot (bilgisayar tarafından idare edilen) uçuş sistemlerinde de, amplifikatör zayıflamaktadır. Bu zafiyet, hava aracı bu alanlardan ters tarafa doğru geçerken, yerküre-iyonosfer arasında yankılanan sabit ELF dalgalarının frekans ve şiddet değişimleri geçirdiği yerlerde, olağanüstü zararlıdır. Çünkü bu koşulda, otomatik pilot modu, ‘değişim modundan gelen kafa karıştırıcı bilgileri’ göz ardı edecek ve aktif olduğu halde kilitlenecektir.

(Uçuşta) sapma tipik (yaklaşık) olarak 40 derece kadardır. Bu hassasiyet de uçağın, ELF verici antenlerinin yakınına ve uzaktan yayılan sabit ELF dalgalarının civarına yaklaştığı yerlerde başlıca kaygı sebebidir.

Yağ miktarı göstergesi, fren sıcaklık göstergesi, EHF alıcı vericisi, ADF alıcısı, işaretleyici alıcısı, uzaklık ölçüm aygıtı, havadan Loran sistemi, hava sistem radarı ve iç seyir sistemi ELF voltajından etkilenmektedir.

Bilgisayar hem frekansta hem de şiddette ELF’e bağlı, algılanabilir ufak sapmalar gösterebilir.

HAARP ve diğer ELF silah sistemleri, açık bir şekilde, ticari havacılık endüstrisi ya da bu sistemlerin açığa çıkardığı yerkürenin ELF sahalarında dönüp duran her türlü hava uçuşu için, şiddetli ve potansiyel facia tehlikesi ortaya çıkarmaktadır.”

PACE makalesi yazıldığından beri, modern jet uçaklarının tümü, tamamıyla kompüter donanımına geçti ve kalkışları, belirli bir mesafeye uçuşları ve neredeyse inişleri tam manasıyla otomatik olarak gerçekleşmekte. Bu jenerasyondaki Boeing uçakları, bütünüyle kompüter arabirimler kullanmakta. 747’ler gereğinden fazla olacak şekilde, her biri diğerininyedeği olan ve kendi enerji güç kaynağına sahip, üçlü kompüter donanımına sahipler.

Bu kompüter sistemleri elektromanyetik olarak öylesine duyarlı ve hassas ki, özellikle kalkış ve iniş sırasında, yolcuların dizüstü bilgisayarlar ve portatif kaset çalarlar gibi taşınabilir elektronik cihazlar kullanmaları, havayolları tarafından kesin surette yasaklandı.

Kenya Uçağı Nasıl Düştü?

Batı Afrika kıyılarındaki Fildişi Sahilleri’nin Abidjan kentinden l Şubat 2000 tarihinde gerçekleşen uçak kazasında da HAARP’IN izleri görülüyordu. 169 yolcu ve 10 mürettebatıyla kalkan uçağın yolcuları ölümü 2 dakika boyunca bekleyerek suya gömüldü. Kenya Havayollarına ait Airbus A310 tipi uçağın pilotu, Abidjan’dan havalandıktan yaklaşık l dakika sonra kuleye acil durum sinyali gönderdi. Uçak irtifa kaybetmeye başlamıştı. Yolculara uçağın irtifa kaybı bildirilmiş ve kemerlerini çözmeyip can yeleklerini takmaları talimatı verilmişti. Pilotun tüm çabalarına rağmen uçağın irtifa kaybı sürdü ve 2 dakika sonra da havada patladı. Büyük panik yaşayan 169 yolcunun ölümü bekleyişi 3 büyük patlamanın ardından uçağın sulara gömülmesiyle son buldu.

Kenya’nın başkenti Nairobi’den Nijerya’nın Lagos kentine gitmek için havalanan uçak, Kuzey Afrika çöllerinden gelen şiddetli rüzgarlar nedeniyle Abidjan’a zorunlu iniş yapmak zorunda kalmıştı. Uçak buradan yeniden havalandıktan sonra talihsiz kaza geldi. Yaralı olarak kurtarılan bir yolcu, “Kalkıştan az sonra 3 patlama sesi duyduk sonra parçalara ayrılıp büyük bir gürültüyle sulara gömüldük. Bu 2 dakikalık süre içinde uçaktaki yolcular çığlıklar atıyor ve ağlıyordu” dedi. Kaza sırasında sahildeki görgü tanıklarının söyledikleri ise son derece ilginçti. Tanıklar uçağın yüzeyinde düşmeden önce bazı “ışıklar” belirdiğini belirtiyordu.

New York-Kahire seferini yapmak üzere John F. Kennedy (JFK) Havalimanından kalkan Mısır Havayollarına ait Boeing 767 tipi uçak 214 yolcusuyla birlikte Atlantik Okyanusu’nun sularına gömülmesi de bir dizi soru işaretini gündeme getirmişti. Gerek uçağın kalktığı havalimanı, gerekse düştüğü bölge; son birkaç yıldaki uçak kazaları ile ne kadar büyük benzerlikler taşıdığını gösteriyordu. JFK havalimanı ve New York kenti açıkları sanki lanetlenmiş gibi uçakları adeta yutuyordu. 1996’de JFK’den kalkan TWA-800 uçağı 230 yolcusuyla birlikte Rhode Island açıklarında sulara gömüldü. Lanet, 2 yıl sonra Swissair’e ait MD-11 tipi uçağı da pençesine almıştı. JFK’den havalanan ve Nova Scotia yarımadasının açıklarında arızalanan uçak acil inişe geçmek istedi ancak o da 229 yolcusuyla okyanusa düştü.

Lanet, iki kez kendini gösterdi. 1999 Ağustos’unda John F. Kennedy’nin oğlunun kullandığı özel uçak Martha’s Vineyard açıklarında düştü. Kennedy’nin laneti mi, yoksa bölgenin laneti mi bilinmez; onun da düştüğü yer hemen hemen aynıydı. Bundan bir süre sonra da Mısır Havayollarının uçağı JFK’den kalktı ve Nantucket Adaları’nın 100 kilometre açığında düştü. Aynı bölgede meydana gelen dört kazada da Kennedy ismi geçiyordu.

Yola Gecikmeli Çıktı

Mısır Havayollarına ait 990 sefer sayılı Boeing 767 tipi yolcu uçağı, Los Angeles’tan başladı. İki saat gecikmeli olarak New York JFK Havaalanı’na vardıklarında bölgede yoğun bir sis ve rüzgar vardı. Kötü hava koşullan ve uzun bir gecikmenin ardından uçak, saatler gece yarısı 01.19’i gösterirken Mısır’ın başkenti Kahire’ye gitmek üzere havalandı.

Hava koşulları kötü olmasına rağmen uçağın kalkışı sorunsuz oldu. Ancak JFK’den havalandıktan tam 41 dakika sonra saat 02.00 civarında Amerikan Ulusal Havacılık Dairesi (FAA), uçakla bağlantısını kaybetti. Uçak, Nantucket Adası’nın 100 kilometre güneygüneydoğusu açıklarında 10 bin metre yükseklikte seyrettiği sırada radar ekranlarından kayboldu.

Kulenin bir anda uçakla bağlantısı kesildi. Pilotlardan kuleye ulaşan ne bir arıza sinyali, ne de yardım mesajı bulunuyordu. Alandaki yetkililer ne olduğunu anlayamadan 197 yolcusu ve 17 mürettebatı bulunan uçak, bir anda kayboldu. Kule yetkilileri, uzun süre uçakla tekrar bağlantı kurmaya çalıştı. Ancak bütün çabalan sonuçsuz kaldı. Kalkışından 41 dakikasonra kaybolan uçağa ne olduğu bilinmiyordu.

Sisten mi Düştü?

Bağlantı çabalan sonuçsuz kalınca, derhal arama ve kurtarma çalışmaları başlatıldı. Ancak bölgeye yayılan yoğun sis perdesi ve karanlık, aramalara katılan gemi ve Sahil Güvenlik ekiplerinin işini zorlaştırdı. Çalışmaları yürüten 4 gemi, l uçak ve helikopterler, denizin üstüne kadar inen sis nedeniyle çalışmalarını güçlükle sürdürdü. Yaklaşık 7 saat sonrauçağa ait ilk parça Nantucket açıklarında bulundu.

Kahire’de bir basın toplantısı düzenleyen Mısır Havayolları yöneticisi Muhammed Fehim Rayan, Yolculardan 2’sinin çocuk olduğunu kaydetti. Rayan, yolculardan 62’sinin Mısırlı, 2’sinin Sudanlı, 3’ünün Suriyeli, birinin de Şilili olduğunu, 131 yolcunun ise uyruklarının belli olmadığını kaydetti.

Mısır Havayolları, kaybolan uçak hakkında henüz bir açıklamada bulunmadı. Şirket yetkililerinden alınan tek bilgi ise, pilotun isminin Ahmet El-Habaşi olduğuydu. Pilotun 10 bin saatlik uçuş deneyimi bulunduğu ve kazanın pilotaj hatasından kaynaklanamayacağı da yapılan açıklamalar arasındaydı. Emekli kaptan pilot Art Cornelius, CNN televizyonunayaptığı açıklamada, bu kadar uzun bir sürenin, bu tip zorlu uçuşlar için yeterli deneyimi sağladığını belirtiyordu.

Amerikan Havacılık Dairesi (FAA) basın sözcüsü, uçağın JFK’den iki saat rötarlı kalkmasının sebebinin, Los Angeles’tan geç gelmesi olduğunu bildirdi. Uçak Los Angeles’tan havalandıktan sonra, Mısır Havayolları yetkilileri, JFK Havaalanı’na gelmeden önce California Edwards Hava Üssü’ne indiğini bildirdi. Los Angeles’tan gecikmeli gelmesinin sebebi de buydu. Ancak Pentagon, bu açıklamayı yalanladı.

Boeing Sakladı

Uçakları dünyanın dört bir yanındaki hava yollarının filosunda uçan Amerikan Boeing firması, en popüler modellerinden biri olan 747’le ile ilgili kritik bir raporu tam 19 yıl kamuoyundan sakladı.

Rapora göre, Boeing 747’lerin havalandırma sistemi, kabini soğuturken, merkez yakıt tankını da ısıtıyor. Bu da yakıt tankında buharlaşmaya neden oluyor. Bu buhar da bilinmeyen bir yerden çıkan kıvılcım ile etkileştiği zaman da tehlikeli bir yangına neden olabiliyor. HAARP işte bu kıvılcımı bilerek veya bilmeyerek kolaylıkla sağlayabilirdi.

1996’da TWA-800 uçağı, Paris’e gitmek üzere New York’-tan kalktığı vakitte hava sıcaktı ve klima sistemi uçağı soğutuyordu. Ancak 747 tipi uçak havalandıktan birkaç dakika sonra havada patlayarak Atlantik’e gömüldü. Uçağın düşüş nedeni kesin değil. Ancak yakıt tankına giden kablolardaki kısa devre sonucu yangın çıktığı olasılığı üzerinde duruluyor. Kısadevreye neyin sebep olduğu ise hâlâ bir sır.

Utanç Verici

Boeing firması, 1980 yılında raporun sonucunu almasına rağmen, bu konuda ne Amerikan Federal Havacılık Dairesi’ne ne de TWA kazasını inceleyen araştırmacılara bu rapordan bahsetmedi.

Boeing ise araştırmanın göz ardı edilmesinin utanç verici olduğunu açıkladı. Ancak bir şirket yetkilisi, 1980’de yapılan araştırmanın 747’lerin askeri versiyonu ile ilgili olduğunu ticari yolcu uçaklarını içermediğini belirterek savunma yaptı.

Bomba İhtimali

Mısır Havayollarına ait uçağın düşmesinde çeşitli ihtimallerin üzerinde duruluyor. Bunlardan en güçlüsü de uçağın bombayla havaya uçurulması. JFK Havalimanı kontrol kulesi yetkilileri yerel saatle 01.19’da kalkan 767 tipi uçak ile saat 02.00’da bağlantıyı kaybettiklerini açıkladılar. Ayrıca bağlantı kesilmeden önce uçaktan herhangi bir acil yardım çağrısı gelmemişti. Ne York ve çevresinde yoğun bir sis vardı. Mısır Havayolları uçağı da yoğun sis bulutu altında alandan kalkmıştı ancak uzmanlar “Bir Boeing 767 için sisin önemi yoktur; elektronik cihazları çok ileri düzeydedir, dışarıdaki sisten ya da hava şartlarından fazla etkilenmez” diyordu. Uçakta teknik bir arıza da olsa pilot bunu kontrol kulesine bildirir ve acil iniş için bir havaalanı ayarlanmasını isterdi. Patlamanın olması akıllara önce bomba olasılığını getiriyordu. Mısır uçağına yapılacak bombalama, bir terörist örgütün bugünlerde ivme kazanan Ortadoğu barışını baltalamayı amaçlamış olabileceği sinyalini veriyorsa da bu konuyla ilgili hiçbir somut delil bulunamadı. ikinci olasılık ise Amerika’yı bir numaralı düşmanı ilan eden ve intikam alacağını söyleyen Suudi asıllı terörist Usame Bin Ladin’in bir adamının uçakta intihar saldırısına girişmiş olabileceği. Bu konuyla ilgili de en ufak bir delil bulunamadı.

Sicilinde 2 Kaza Var

1982 Eylül’ünden bu yana yolcu uçağı olarak kullanılan Boeing 767’ler, 2 motorlu ve dünyanın en büyük yolcu uçaklarından biri. Boeing geçen Nisan ayında 767’ler için 865 teklif almıştı. Firma bu uçakların 746’sını da teslim etti. 767’lerin 17 yıllık geçmişinde sadece iki kazası var. 1991 yılında Lauda Havayollarına ait Boeing 767, Tayland’dan kalkışından hemensonra motorlarından birinin arızalanmasının sonucu yere çakılınca 213 kişi öldü. ikinci kazası da 1996’da Comores Adaları’nda oldu. Etiyopya Havayollarına ait uçak havada kaçırıldı ve 127 kişi hayatını kaybetti.

I998’in İlginç Kazaları

Bu arada 1998 yılında bilinmeyen nedenlerle düşen bazı uçak kazaları da acaba HAARP henüz bilinmeyen etkilerinden kaynaklanmış olabilir mi? Bu kazalara şöyle bir göz atalım.

Yıla damgasını vuran kaza, Swissair’in New York-Cenevre seferini yapan MD-11 uçağının Atlantik Okyanusu üzerinde Halifax açıklarında düşmesiydi. Kazada 14’ü mürettebat olmak üzere toplam 229 kişi hayatını kaybetti. Araştırmalar,

Kanada Sivil Havacılık Otoritesi, üretici firma Boeing ve Swissair tarafından ortaklaşa sürdürülüyor. Şu ana kadar enkazın önemli bir bölümü Okyanus’dan çıkarılarak Halifax’da bir araya getirildi. Son bulgulara göre yangın, kokpiti çevreleyen kablolarda başlamış ve uçağın ön tarafını sarmıştı. MD-11’in burun tarafından çıkartılan parçalar üzerinde yapılan testlerde, bumun üst tarafındaki parçalarda ısının 572 dereceye kadar çıktığı saptandı. Yangının, kabindeki elektronik cihaz ve video sistemine giden kablolarda başladığının ortaya çıkması HAARP açısından düşünüldüğünde kuşkusuz daha da çarpıcı. Bir başka büyük kaza ise Filipinler’de yaşandı. Cebu Pacific Air’a ait DC-9-32 tipi yolcu uçağı, 5 mürettebat ve 99yolcusuyla Balatucan Dağı’na çakıldı. Olayda 104 kişi hayatını kaybetti. Kaza nedeni anlaşılamadı.

1998 yılının son büyük kazası ise Tayland’da Surat Thani Havalimanı’nda oldu. Thai Havayollarına ait Airbus A310-200 tipi uçak, üçüncü iniş denemesinde kulenin 700 metre yakınında süratsiz kaldı ve sola doğru dönüşle çakıldı. Ayrıca havalimanına 6 ay önce takılan Aletli iniş Sistemi (ILS) konusunda da bazı şüpheler doğdu. Uzmanlar meteorolojik şartlar ve ayar yetersizlikleri nedeniyle ILS sinyallerinin saparak pilotu şaşırttığını tahmin ediyorlar. Kazada 101 kişi hayatını kaybetti. 45 kişi kurtuldu.1998 Yılının Şüpheli Uçak Kazaları

27.01.1998 F’-27 myanma Havayolları Yolcu sayısı: 4 mürettebat+41 yolcu Ölü sayısı:15 Yer: Mynmar

Kalkış sırasında bilinmeyen bir nedenle 2 numaralı motoru arıza yapan uçak, yandaki pisteinmeye çalışırken bankete Çarparak yandı.

02.02.1998 DC’9-32 Cebu Pacific Air Yolcu sayısı: 5 mürettebat+99 yolcu Ölü sayısı:104 Yer: Cağa de Oro (Filipinler)

Manila’dan kalkan uçak, bilinmeyen bir nedenle seyir sırasında Balatucan Dağı’na çarptı.

16.02.1998 A300-600 Çin Havayolları Yolcu sayısı: 14 mürettebat+182 yolcu Ölüsayısı: 196 Yer: Taipei (Tayvan)

Pas geçtikten sonra yükseliş sırasında suratsız kalan uçak çakıldı. Kaza nedeni anlaşılamadı.

18.03.1998 Saab 340B Formosa Havayolları Yolcu Sayısı: 5 mürettebat+8 yolcu Ölüsayısı: 13 Yer: Hsinchu (Tayvan)

Bilinmeyen bir nedenle çıkan kokpitteki arızaya rağmen uçuşuna devam eden uçak denizedüştü.

19.03.1998 B727-200 Ariana Afgan Havayolları

Yolcu sayısı: 13 mürettabat+32 yolcu

Ölü sayısı: 45

Yer: Charasyab (Afganistan)

Kabil’den kalkan uçak bilinmeyen bir nedenle Kandahar’a alçalırken dağa çarptı.

22.03. J998 A320-200 Filipin Havayolları Yolcu Sayısı: 6 mürettebat+121 yolcu

Ölü sayısı: 3

Bilinmeyen bir nedenle inişte tek motoru reverse açamayan uçak, pistten çıkarak sürüklendi.Evlere çarpan uçak, 3 kişinin ölümüne neden oldu.

05.05. 1998 B737-200 Occidental Hetrokum

Yolcu sayısı: 8 mürettebat+79 yolcu

Ölü sayısı: 75

Yer: Andoas (Peru)

Bilinmeyen bir nedenle çakıldı. Araştırmalar sürüyor.

26.05.1998 Yunshuji Y-12 Mongolya Havayolları

Yolcu sayısı: 2 pilot+26 yolcu

Ölü sayısı: 28

Yer: Erdenet (Mongolya)

Bilinmeyen bir nedenle kalkıştan 13 dakika sonra dağa çakıldı.

18.06.1998 SA.226TC Metro 2 Propair Yolcu sayısı: 2 mürettebat+9 yolcu ölü sayısı:11 Yer: Montreal Mirabel (Kanada)

Pilotlar motor arızası nedeniyle mecburi iniş için alçalırken uçağın sol kanadı infilak ederekayrıldı.

17. 17.07.1998 11-76 Ukranie Transport Co.

Yolcu sayısı: 9 mürettebat+1 yolcu

Ölü sayısı: 10

Yer: Asmara (Bulgaristan)

Asmara’daki piste 7 kilometre kala bilinmeyen bir nedenle düştü.

19. 30.07.1998 Domier 228 Air Allience

Yolcu Sayısı: 3 mürettebat+3 yolcu

Ölü sayısı: 6

Yer: Cochin (Hindistan)

Motor arızası bildirilen uçak, askeri bir tesisin üzerine düştü.

21.08.1998 DHC-6 Lumbini Airways

Yolcu sayısı: 3 mürettebat+15 yolcu

Ölü sayısı: 18

Yer: Ghorepani (Nepal)

Seyir sırasında uçak bilinmeyen bir nedenden dolayı düştü.

24.08.1998 F-27 Mynmar Airways Yolcu Sayısı: 3 mürettebat+36 yolcu Ölü sayısı: 39Yer: Mynmar

Bilinmeyen bir nedenle seyir sırasında Payakha Dağı’na çakıldı.

02.09.1998 MD-11 Svissair

Yolcu sayısı: 14 mürettebat+215 yolcu

Ölü sayısı: 229

Yer: Halifax (Kanada)

New York JFK’den kalkan uçak, kablo yangını nedeniyle Halifax’a inmek istedi. Uçak yakıtboşaltma sırasında okyanusa düştü. Araştırmalar sürüyor.

30.09. 1998 An24 Lion Air Yolcu sayısı: 7 mürettebat+48 yolcu Ölü sayısı: 55

Yer: Manmar (Sri Lanka) Kaza nedeni bilinmiyor.

01.JU998DC-3

Yolcu sayısı: 2 mürettebat +16 yolcu

Ölü sayısı: 11

Yer: Quezaltenango (Guatemala)

Alçalmaya geçen uçak, bilinmeyen bir nedenle dağa çakıldı.

11.1998 Anl2 SakhaAvia

Yolcu sayısı: 7 mürettebat+6 yolcu

Ölü sayısı: 13

Yer: Krasnoyarsk

Kalkıştan 4 dakika sonra bilinmeyen bir nedenle düştü.

1.12.1998 A3 1 0-200 Thai Airlines Yolcu sayısı: 8 mürettebat+138 Ölü sayısı: 101Yer: Surat Thani Nedeni bilinmiyor.

Amerikalı yazara göre ABD Hükümetinin, çalılıklarla dolu taşrası Alaska’da “Star Wars” silahlarına benzer yeni silahı bulunuyor. Bu yeni sistem:
– insanların zihin sistemlerini bozuntuya uğratmak,– Tüm global iletişim sistemlerinde karmaşa sebep olmak,– Dünyanın üst atmosferini doğal olmayan şekillerde etkilemek,– Geniş alanlarda hava şartlarını değiştirmek,– Vahşi hayattaki göç yollarına müdahale etmek,– Sağlığınızı negatif yönde etkilemek… gibi yöntemlerle kendi çıkarları için kullanabilir. |

ABD ordusu bunu tarayıcı HAARP (Yüksek Frekanslı Aktif Auroral Işınlan Araştırma Projesi) olarak adlandırıyor. Fakat bu gökyüzü avcısı aslında kuzey ışıklarıyla ilgilenmiyor. Çünkü HAARP’ ın istenmeyen ışıkları suni olarak yakacak kapasitede olduğu biliniyor. HAARP’ ın ilk hedefi elektro jet gökyüzünde ışını binlerce mil mesafeye iletip, sonra aşağıya kutup buzuluna indirecek bir elektrik sürücüsü. Bu elektro jet, dünyaya yağan elektromanyetik radyasyonu göndermek için titreşen suni bir anten olacaktır. O zaman ABD ordusu dünyayı X ışınıyla tarayabilecek ve deniz altılarla da bağlantı kurabilecek.Fakat HAARP’ la yapabilecekleri daha fazla şey var. işte bu kitap gizli toplantılardaki sürprizleri ortaya çıkarıyor.

Elektromanyetik Hava Kontrolü

“Artık çok fazla yağmur yağmadığını; genelde bu mevsimde yaklaşan hava cephelerinden ne kadar çoğunun dağılıp gittiğini fark ettiniz mi? Ara sıra gökyüzünde yanı başınızdan geçip giden tu/uz şekilli bulutların varlığını hiç fark ettiniz mi? Ve sağanak yağmurların Kuzeyi yine nasıl vurduğunu? Peki ya yüksek basınç sahalarının Güneybatıya nasıl hakim olduğunu?

Bazıları 7 yıl süren kuraklığın ardından bu sene savaların nasıl açıldığını hayretle gözlemliyorlar. Oysa burada açıkça insan müdahalesi ile oynanan bir oyun söz konusu. Geçen yıllarda yaşanan berbat havaların -büyük ölçüde’ hem Rus hem de Amerikan hükümetlerince yönetilen programların etkisiyle ortaya çıkmış kontrollü ve inşa edilmiş hava olayları olduğuna dair son derece güçlü ve ikna edici deliller mevcut. Nicola Tesla’ nın süper zihninin çalışmalarına aşina olan/ar için bundan sonra anlatılanlar çok fazla şaşırtıcı gelmeyecektir.

1976 yılının 4 Temmuz tarihinde, Sovyetler Birliği, dünyanın çevresinde yan mesafeyi aşarak sinyalleri ABD’ye kadar ışınlayabilen, her biri 40’ar milyon watt’lık üç devasa vericiden, dev bir elektromanyetik alan yaymaya başladı. Bu elektromanyetik alan radyo ve televizyon yayını sinyallerini karıştırıp bozarak FFC’ yi kızdırdı ve alçalıp yükselen ritmik ses kesintilerine sebep olduğu için sinyallere vakit kaybetmeden ‘Rus Ağaçkakanı’ diye isim takan sunucu radyo operatörlerini de çileden çıkardı.

O tarihe kadar Ruslar, son derece tehlikeli -Extreme Low Fre cjuency (ELF) yani Aşın Alçak Frekans olarak bilinen- 10 Hertz aralığında sinyal yaymakta olan yaklaşık olarak 30 adet dev vericiyi tamamlamıştı. Bu teknoloji, eşsiz elektrik dehası Nicola Tesia’nın parlak çalışmasının bir eseriydi. Peki ‘Rus Ağaçkakanı’ tam olarak ne yapmaktaydı ve nasıl yapmaktaydı?”

Wiewzone adlı dergide yer alan bu ifadeler, kuşkusuz son l derece ilginçti. Dergi açıkça ABD’de yaşanan ani iklim değişikliklerini Rus’lara bağlıyordu. Peki neydi bu Tesla vericileri?

Aslına bakılırsa bu Tesla vericileri, başlıca, yüksek basınç ‘bloke etme sistemleri’ meydana getiren kuvvetli ‘sabit’ ELF dalgaları yaymaktaydı ki bu da normal yüksek irtifa yağış sahası modellerini değiştirerek bunları kuzeye doğru itiyor ve esasen yaklaşan hava sistemlerindeki yağış modellerini geciktiriyordu. Haber şöyle devam ediyordu:

“Televizyondaki uydu hava fotoğraflarında, kuzeye doğru itilen yağış sahalarını ve Kaliforniya’nın güney yansına doğru yaklaşan neredeyse her yağış sisteminin, büyük sabit bir yüksek basınç sahası ile nasıl bloke edildiğini hiç fark ettiniz mi?…”

Yeniden belirmeye başlıyor gibi gözüken 7 yıllık kuraklığa gelince, Discovery dergisinin 13 Ocak 1993 tarihli sayısında Şöyle deniyordu:

“Bu (yedi yılık) kuraklık konusunda bilim adamlarının öğrenmekten mutlu olacakları tek bir şey var: Kaliforniya sahilinin hemen açığında ortaya çıkan ve trafiğin en sıkışık saatinde iki araçlık park yerine, park etmiş bir tır gibi orada öylece durarak fırtınaları kuzeye iten bu güçlü, yüksek basınç sisteminin oluşmasına sebep olan şey neydi?”

1980’lerin kışlarında da bu tip tuhaf şeyler bildirilmişti:

“Bir yüksek basınç sahası Kaliforniya sahilinin yaklaşık olarak 800 mil açığında yaklaşık olarak iki ay boyunca havada asılı durarak Pasifik’ten gelen olağan nem akışını bloke etmişti.”(Time 1.1981)

2 Ocak 1981 tarihli Washington Post’ ta yer alan ifadeler ise şöyleydi:

“Geçen dört ay boyunca, tek bir hava modeli… kuraklığa sebep olması şimdiye kadar kaydedilen ulusal en olağan dışı yapılar…. böylesine uzun süreli (yüksek basınçlar) merkezler 1977’ye (Sovyetlerin “Ağaçkakan yayınına” başladığı tarih) kadar duyulmuş şey değildi.” (Washington Post 2.2.1981)

Özetle söylenen şuydu: “7 yıllık Kaliforniya kuraklığının 1992-93 kışında bitişi, tam olarak, iyi belgelenmiş şiddetli solar manyetik fırtınaların burada yeryüzünde “Ağaçkakan” da dahil olmak üzere bütün elektromanyetik yayınları altüst ettiği tarihe isabet ediyordu.”

ABD’de “Midwest seli” olarak kayıtlara geçen olay ile ilgili Newsweek dergisi şöylediyordu:

“Yağış sahalarındaki olağandışı yer değiştirme, bir bariyer gibi davranmakta (sellere sebep olmaktadır).”.. (Newsweek, 26.7.1993)

New York Times’ da geçen ifadeler ise aynen şöyleydi:

“Durgun yüksek basınç kuşağı, bir bariyer gibi işlev görerek, normal hava akış seyrinin kuzeyden doğuya akmasını engellemiştir. ” (New York Times, 29.7.1993)

Fırtına

1969 Nisanımda, ABD’de oldukça saygın bir kuruluş olan Elektrik ve Elektronik Mühendisleri Kurumu’nun bir yayınında Seymour Tılson tarafından kaleme alınan bir makalede şöyle söyleniyordu:

“Atmostferik elektrik akımı ve bulutların fiziği sahasında çalışanlar, yerkürenin alçak atmosferindeki elektrik alanlarının kritik bir rol oynadığı, belki de en kritik rolü yağış oluşumunda bulutsal hareketleri yönlendirmede oynadığı konusunda, yeterince delil toplamış bulunmaktalar..”

Tison haklıydı. Rus Ağaçkakanı’nın “doğumundan” tam bir yıl sonra, 4 Temmuz 1978’de ABD hükümeti, Kuzey Wisconsin’in 6’dan fazla bölgesi üzerine muazzam bir sağanak gönderecek olan kendi ELF hava deneyini başlattı.

Bu ELF-ürünü fırtına, saatte 157 millik rüzgara ve 50 milyon dolarlık hasara yol açarak Phillips, Wisconsin’i dümdüz etti ve 350.000 hektarlık orman alanını da harap etti.

Sovyet hava kontrol silahı hususunda, ilk uyarı PACE’den Dr. Andrew Michrowski’den geldi. 1978’de yayınlanan makalesinde, Dr. Michrowski, Kanada boyunca uzanan gözlem istasyonlarında nasıl bulunduğunu ve “Sovyetlerin, (Kuzey Amerika üzerinde) yağış sahalarının akışını engelleyecek ya da yönünü değiştirebilecek şekilde nispeten daha sabit velokalize ELF sahaları oluşturmaya çalıştıkları” sonucuna nasıl vardığını anlatmaktaydı.

Yıllar sonra, Michrowski bir PACE bülteninde (4. sayı) şöyle diyordu:

“ELF sahaları… yere dik olarak yayılır, ‘sabit dalgalar’ oluşturur… bu da kümülüs ısı yayımıyla, (atmosferdeki) enerji ve devinirlik dağılımını yeniden yapabilir. (Sovyet) ELF yayınındaki uyumsuzluğun, 72 saat içinde kuzey yarımküredeki yağış hava sahalarının akış rotasında müteakip değişikliklere yol açtığı tekrar tekrar ifade edilmiştir.”

Ocak 1981 tarihli PACE bülteninde Sovyetlerin Ağaçkakan ELF vericilerinin sinyallerini 1980’de kısa bir süre için kapattıkları rapor ediliyordu: “Bu iki haftalık uyku boyunca Kuzey yarımkürenin yağış sahaları NORMAL’di…Sovyet ELF vericisinin dönüşüyle birlikte yağış sahası, Yukon’dan Arizona’ya kadar uzanan dirençli bir yüksek basınç cephesiyle (tekrar) saptırıldı'”

Dahası da var ancak manzara genel olarak böyle.

“Herkes havadan şikayetçi, ancak hiç kimse birşey yapmıyor” deyişi artık geçerli değildi. Nicola Tesla 1900’de şöyle demişti: “…atmosferdeki nemin bizim müdahalemizle yağmur olarak avucumuza düşmesine çok az kaldı…”

ABD hükümeti acaba kendi ELF mikrodalga vericileri serisini oluşturdu mu? Bu sorunun cevabı; kesinlikle evet. ELF’nin, sadece havayı etkilemek ve yapılandırmak dışında (örneğin insan üzerinde) bir kullanımı var mı? Evet olabilir ve var. Ancak bu başka bir hikaye…
Kaynak: HAARP Kıyamet Teknolojisi, Aydoğan Vatandaş, Timaş Yayınları, 2. Baskı 

İnsanların akıl sağlığını bozan elektromanyetik silahlar ve dozerlerle canlı canlı gömülen Irak askerleri (Zihin kontrolü)

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyen Köroğlu, bu silahlar karşısında kim bilir ne diyecekti?

(…)

ABD Körfez Savaşında Bu Silahları Kullandı mı?

Yeni Düşünce Dergisi’nde Ali Rıza Saklı, 22 Ekim 1999 tarihinde ABD’nin, atmosferin iyonosfer tabakasını kullanarak askeri ve sivil amaçlar elde etme çalışmalarını ve bir dizi projenin son halkası olan HAARP projesini geliştirdiğini ayrıntılı bir şekilde yazdı. Yazıya göre lyonosfere gönderilen yüksek frekanslı radyo dalgaları ile lensler oluşturulduğu ve buradan sağlanan yansıtma ile; insanların akıl sağlığının bozulması, yer altındaki her şeyin gözlenebilmesi, bir bölgedeki haberleşmenin .durdurularak sadece ABD’nin haberleşmesine imkan sağlanması gibi çok önemli bazı sonuçların sağlanabiliyordu. Acaba bu tür imkanlar Körfez Savaşı’nda kullanılmış olabilir miydi?

Ard arda yapılan denemeler, bir taraftan yer istasyonları diğer taraftan uydu ve roket teknolojisi ile yapılan çalışmalar, 1991’de askeri maksatlar için kullanılabilir hale gelmiş miydi? ABD yüksek ve düşük frekans yaymak suretiyle kullanılan bu sistemi Irak’a karşı kullandı mı? Bu soruların cevapları kısmen yetkili çevreler tarafından verilmiş olmakla birlikte, olayın kapsamı konusunda tam bir açıklık yok.

Defence News Dergisi; “Hermes II Kullanıldı”

Savunma konularında yayın yapan Defence News dergisi 13-19 Nisan 1992 tarihli sayısında elektron ışın jeneratörü Hermes Il‘nin Çöl Fırtınası harekâtında kullanıldığını yazdı. Dergiye göre; Hermes II ile gönderilen X ve gamma ışınları ile nükleer bomba patladığında ortaya çıkarı ışık etkisi taklit edildi.

ABD savunma çevreleri, bu cihazın atom bombasını taklit ederek Irak tarafını korkutmak için; psikolojik üstünlük sağlamak amacıyla kullanıldığını açıklamakta beis görmediler. îyonosferle alakalı projelerle ulaşılan pekçok imkân, doğuracağı korkunç sonuçlar sebebiyle kolayca kamuoyuna açıklanabilir özellik taşımıyor. Bu sebeple kamuoyunda infial uyandırmayacağı tahmin edilen; “atom bombasının ışık etkisini taklit” gibi masum sayılabilecek bir hususun kamuoyuna açıklanması diğer güçlerin kullanılmadığı anlamına gelmemektedir. Tam tersine belki benzeri bir kısım, olayları perdelemek için dikkatleri başka yöne çekmeye de yarayabilir.

Hermes II’nin, NASA Uzay Laboratuvarı ve yüksek frekanslı diğer sistemlerin aynı anda belli bir noktaya yönlendirilmesi ile nükleer bomba etkisinin sağlanacağı da iddia edilmektedir. Bu iddia doğruysa, ABD’nin bu sistemleri kullanarak atom bombasının sadece ışık etkisini değil, tahribat etkisini de kullanmış olması ihtimal dahiline girecektir.

Dozerlerle Gömülen Irak Askerleri

Körfez Savaşı, başta CNN olmak üzere Batılı haber kaynakları tarafından tek yanlı olarak kamuoyuna sunulmuş ve toplum sanki bir atari oyunu izliyormuş gibi hissettirilmişti. Tek taraflı bir propaganda perdesi arkasında neler olup bittiği tam olarak hiçbir zaman kamuoyuna yansıtılmadı. Irak tarafı da kendine özgü sebeplerle bu yönde fazla bir açıklama yapmadı.

Çöl Fırtınası harekâtından bir süre sonra ABD basınında yer alan bir olay, kamuoyunun tepkisine sebep oldu. Buna göre Körfez Savaşı’nda ABD canlı Irak askerlerini dozerlerle gömmüştü. Bu iddia Türk basınında da bir-iki köşe yazısına konu edildi ama üzerinde fazla durulmadı. Çünkü konu ile ilgili ayrıntılı bilgi alma imkânı ne ABD basınında vardı ne de başka bir yerde…

ABD’nin Yıldız Savaşları Projesi’ni 1991’de Körfez’de denedikten sonra 1993’te HAARP adlı yeni bir proje ile büyük bir yatırıma giriştiği biliniyor. lyonosferin kullanımı ile ilgili böylesine büyük bir yatırımın Körfez savaşının hemen akabinde; 1993’te başlatılması, yapılan denemenin Hermes II ile sınırlı kalmadığı sonucuna bizi götürmektedir. Demek ki deneme başarılı olmuş ve bu sahada büyük bir yatırım yapılmıştır.

İyonosferle ilgili projelerin insanların aklını bozma; beynini işlemez hale getirme gibi güçleri düşünülünce, ister istemez dozerlerle gömülen Irak askerlerinin bu şekilde aptallaştırılmış olabilecekleri akla gelmektedir. UlaşıIan sonucun ürkütücü olması ve Kamuoyundada büyük tepkilere sebep olması ihtimali karşısında “delilleri”(!) dozerlerle gömerek yok etmek mecburiyeti duymuş olabilirler.

Irak askerlerinin bir paket bisküvi, gofret vb alabilmek için ABD askerlerinin ayaklarına kapandıklarını, çizmelerine sarıldıkları iddia edildi… Bu askerlerin de uzaydan gönderilen radyo-frekans dalgaları ile aptallaştırılmış olmaları elbette akla gelmektedir. Aksi halde, ne kadar idealsiz olsa dahi eğitim almış askerlerin bu duruma düşmesi başka türlü izah edilememektedir.


Irak Haberleşmesi Durdu; ABD’ninki Çalıştı

îyonosfer üzerindeki çalışmaların, belli bir bölgedeki bütün haberleşmeyi durdurma, ama sadece ABD’nin haberleşmesini sağlama imkânı verdiğini hatırlayacaksınız. Körfez savaşının özellikle kara harekâtının yapıldığı son döneminde, Irak haberleşmesinin tamamen durduğu ve ileri hatlarla cephe gerisi arasında hiçbir iletişim kurulamadığı biliniyor. ABD’nin haberleşmesini eksiksiz yerine getirdiğini söylemeye herhalde gerek yok…

O sırada HAARP projesi henüz başlatılmamıştı, ama ABD’nin iyonosfer üzerinde benzeri çalışmaları mevcuttu. Bunlardan biri Güneş Enerjili Uydu Projesi (SPS) iken, bir başkası NASA’nın Uzay Laboratuvarı idi. Bu ve benzeri çalışmalar, ABD’ye, bir bölgedeki bütün haberleşmeyi durdurma imkânı vermiş olabilir diye düşünüyoruz.

Körfez Savaşı esnasında ABD’nin bölgedeki hava şartlarını değiştirme, belli noktalara yüksek enerji aktarımı gibi diğer hususları kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz. Ancak ifade ettiğimiz şüpheler, iyonosfer kaynaklı güçlerin Hermes II’nin çok ötesinde savaşta kullanıldığı intibaını vermektedir.


Savaşa Katılan ABD Askerlerinde Körfez Hastalıkları

Yapılan araştırmalarda Körfez Savaşı’na katılan ABD askerlerinde diğerlerine oranla daha yaygın tıbbi, psikolojik ve psikiyatrik sorunlar tesbit edildi. Depresyon, çeşitli psikolojik so-runlar, kronik yorgunluk, adale ağrıları, baş ağrıları, hafıza kayıpları ve nefes alma sorunları gibi bir dizi rahatsızlık savaşa katılanlarda sık olarak görülmektedir. Bu rahatsızlıklar savaşa katılan herkeste standart olarak bulunmadığından bir Körfez sendromundan ziyade Körfez hastalıklarından bahsetmenin daha doğru olacağı yetkililerce ifade edilmektedir.

Ölüm oranları bakımından da Körfez’de savaşanların diğerlerine nazaran önde oldukları açıklandı. Körfez Savaşı’na katılanlardaki ölüm oranının yüksek olması, tıbbi rahatsızlıklar sebebiyle değil, dikkat azlığı ve sair sebeplerle kaza yapmaları ile ortaya çıkmıştı. Savaş sonrasındaki iki yıl özellikle otomobil kazaları sebebiyle ölüm oranlarının yükseldiği ifade edildi.

ABD askerlerini neyin hasta ettiği konusunda yapılan araştırmalardan bir sonuç alınmış değildi. Hastalık sebebini bulmak üzere ABD Başkanı tarafından kurulan komite stres üzerinde durdu. Bunun yanında; biyolojik savaş unsurları, kimyasal savaş unsurları, uranyum, bulaşıcı hastalıklar, petrol ürünleri, pridostigmin bromid, petrol kuyusu yangınlarının dumanları ve askere uygulanan aşılar gibi bir dizi muhtemel etki dile getirildi, ancak hiçbiri hastalık etkeni olarak ilan edilmedi.
İyonosferik uzay silahlarının insanlar üzerindeki olumsuz etkileri bilindiğine göre, acaba ABD askerlerini, savaşta kullanılan bu silahlar etkilemiş olamaz mı? Rahatsızlıkların önemli bir bölümünün psikolojik olması, hafıza kaybı, dikkat dağınıklığı ve yoğunlaşamama gibi ruhsal ve mental temellere dayanmaları yüksek frekans dalgalarının etkileri olabileceklerini akla getirmektedir.

Sonuç

insan sağlığı ve düşünme yeteneği üzerinde etkili olan silahların devreye girmesi ve bunların uzaydan doğrudan hedefe yönlendirilmesi ile savaş teknolojisinde yeni bir döneme girilmiş olmaktadır. Teknoloji geliştikçe, geliştirilen kitle imha yöntemleri giderek daha çok ahlâki boyuttan uzaklaşmakta ve insan soyunu tahribe yönelmektedir.

Körfez Savaşı’nda bu tür metotlar denendikten iki yıl sonra, 1993’te büyük bir yatırım yapılarak HAARP projesinin başlatılması ahlâki olmayan yöne doğru gidişin süreceği anlamına geliyor. “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyen Köröğlu, bu silahlar karşısında kim bilir ne diyecekti?


(Agharta – Elektromanyetik Savaş Başladı – Aydoğan Vatandaş – Timaş ) 

İklim silahları gerçek mi? Dünyada neden tuhaf iklim şartları, yağışlar, seller, tayfunlar ve depremler oluyor?

Hani demiştik ya geçen gün bir yazımızda, “İki tane ABD var, biri Amerika Birleşik Devletleri, diğeri de Avrupa Birleşik Devletleri..”
Ve, demiştik ya “Bunların arasında her alanda kıran kırana bir mücadele var… Bu çarpışmalar, sebep ve sonuçlar Türk kamuoyuna doğru olarak akis ettirilmiyor.” diye…
Bakın size tâ 2002 senesinden bir haber;

” Avrupa’daki seller Rusya ve Amerika’nın işi”
“Uzun bir süre ABD’ye girişine izin verilmeyen Rus Liberal Demokrat Partisi’nin Başkanı Vladimir Jirinovski, ABD’de yaptığı açıklamalarla yine gündeme oturdu.
…..
METEOROLOJİ SAVAŞI

Jirnovski “Avrupa’da son bir ayda dinmek bilmeyen yağmurlar Tanrı’nın işi değil. Savaşlardan biri de meteoroloji savaşı. Avrupa’yı rastlantı sonucu sel götürmüyor. Bunlar hep insan eliyle planlanmış iklim savaşlarının sonuçları. Avrupa’daki yağışların arkasında ABD ve Rusya var. Yağmurları bu iki süper güç yağdırıyor. Avrupa para birimi dolara bir sent fark attığı günlerde eski kıtada seller başladı. ABD eski kıtayı gökten suyla dize getiriyor. Meteorolojik savaşta yalnız ABD değil, Rusya da aktif rol oynuyor. Çünkü güçlü bir Avrupa Rusya’nın da çıkarına değil. Bakın göreceksiniz. Avrupa başkentleri politikaları Washington ve Moskova’nın istediği ayara geldiğinde Avrupa’da şiddetli yağışlar bir gün içerisinde kesilecek. Bu sözümü hatırlayın’’ dedi.”24.08.2002Hürriyet

****

2010 yılından başka bir habere bakalım;

“ABD, Rusya’ya HAARP açtı”
“Hava sıcaklığının 40 derecede seyrettiği Rusya’da bilimadamları, boğucu yazdan ABD’yi sorumlu tutmaya başladı. Buna göre, ABD, HAARP sistemiyle iyonosferde güçlü dalga göndererek Rusya’yı kavuruyor. Komplo teorisi gibi duran bu iddia, ülkenin büyük gazetelerinden Komsomolskaya Pravda Gazetesi’nde enine boyuna ele alındı.

RUSLAR BÖYLE SERİNLİYOR
Rusya, gölgede 40 dereceye yaklaşan anormal çöl sıcaklarının ardında düşman eli aramaya başladı. Kavurucu sıcakların doğal olamayacak kadar uzun sürdüğünü dile getirmeye başlayan Rus fizikçiler, “ABD, bize gizli iklim silahı HAARP ile savaş açmış olabilir” görüşünü öne sürmeye başladı.

Sahra çölünü aratmayan Rusya’daki sıcak dalgasını inceleyen Komsomolskaya Pravda gazetesi, bir dizi uzmandan görüş alarak böyle bir ihtimalin bulunduğu sonucuna vardı. En büyük şüphe ise Pentagon’un kontrolünde 1997 yılından beri Alaska’da çalıştırılan yüksek frekans dalga yayıcı HAARP istasyonu üzerinde toplandı.

Tektonik silah

Moskova Devlet Üniversitesi MGU Fizik Fakültesi hocalarından Georgiy Vasilyev, ABD’nin çalıştırmakta olduğu Alaska’daki HAARP istasyonunu resmen jeofizik ve tektonik bir silah olarak tanımladı. Vasiliyev, şunları söyledi:
“Alaska’daki HAARP istasyonu tam güçle çalıştırıldığında, sadece bir saatte 3.5 megawatt elektrik enerjisi tüketiyor. 14 hektar alanı kaplayan 22 metrelik 180 dev anten üzerinde göklere yükselen enerji plazma kümesi oluşturuyor. HAARP çalıştırıldığı günden bu yana, dünyanın değişik bölgelerinde iklim anomalileri gözlenmeye başlandı. Kar yağması gereken yerleri güneş kavururken, Afrika’da kar yağışları gözlenmekte. Bu tuhaf olgular genelde küresel ısınmaya fatura ediliyor. Ama bize göre anomalilerin asıl sorumlusu Pentagon’un HAARP sistemidir.”

Saldırı iddiası

Rusya Silahlı Kuvvetleri’nde iklim uzmanı olarak çalışan Nikolay Karavayev ise Rusya’ya bu yaz iklim silahıyla saldırı düzenlendiğine yüzde 100 emin olduğunu söyledi. Karavayev, şu görüşü savundu:
“ABD Hava Kuvvetleri raporunda net bir dille ‘2025 yılına kadar iklimi müttefikimiz yapmalıyız ifadesi’ yer alıyor. Hatta Pentagon, günümüzde sadece sivil kuruluşların araştırma yapmaya yetkili olduğu uluslararası iklim anlaşmasından çıkmayı da düşünüyor. Bana göre ABD, iklim silahı konusunda öylesine ileri gitti ki yakında bunu gizlemeden dünyaya sergilemeye başlayacak.”

Rusya kavrulurken Avrupa niye serin

Rus uzman Karavayev’e göre, Moskova’nın 40 dereceyle kavrulduğu sırada Avrupa ülkelerinde yaz nispeten daha serin geçiyor. Berlin 18, Varşova 25, Viyana 20, Paris 20 derece. Batıda Ukrayna sınırında etkisini kaybeden yüksek basınç cephesi, Karadeniz kıyılarından kuzeyde Murmansk kutup bölgesine kadar uzanıyor. Ülke sınırlarını takip eden yüksek basınç cephesi onu besleyecek ortam bulunmamasına rağmen dağılmıyor.

HAARP nedir?

RADYO elektronik vericisi kısa adıyla “HAARP” araştırma istasyonu, 1997 yılında devreye girdi. Sırp bilimadamı Nikola Tesla’nın teorilerinin hayata geçirildiği istasyon 3.5 megavat gücünde ve 10 MgHz boyundaki dalgaları iyonesfere gönderiyor. Belirli bir alan üzerinde güneşten bin misli daha kuvvetli enerji gönderebilme özelliği taşıyor. Uzmanlara göre, bu yapay ışınların yeryüzünden 600 km. yüksekte yansıtılarak dünyanın herhangi bir bölgesine yönlendirilmesi durumunda HAARP, bölgede mikrodalga fırın etkisi yaratıyor.”
30 Temmuz 2010-Hürriyet

******
Hele bu haber akıllara zarar cinsten, bir solukta sonuna kadar okuyacaksınız….
“Rus jeofizikçinin kitabı yasaklandı, kitabında anlattıkları ise akıllara zarar cinsten”

“General Zhou Chen Hao ABD’yi Çin topraklarında yapay depremler ve şiddetli yağışlar yaratmakla ve geniş çaplı felaketlere neden olmakla suçladı. Pentagon’un gizli bir askeri programı olan “Çarpıcı güç olarak Hava” dan bir basın toplantısında özellikle değinilmişti. Çin’de ki hasarlara ABD’nin neden olduğu hakkındaki belgeler BM’ye gönderildi.”

Haberin detayı aşağıda;

Rus ana akım medyasına göre, Kaluga bölge başsavcılığı 30 Kasım 2010’da KGB’nin “Obninsk Şehir Mahkemesi”nin Rus Doğal Bilimler Akademisi üyesi Prof. Nikolay Levaşov’un bir kitabını “aşırı” olarak ilan ettiğini bildirdi. Bundan sonra, Rus vatandaşlarına “Dev aynası içinde Rusya” kitabını okumak kesin bir şekilde yasaklandı. Bu karardan önce, Prof. Levaşov’un başvurusu reddedildi.
FSB, bilim adamını diğer bir nedenden ötürü cezalandırmaya karar verdi, şöyle ki çünkü O geçtiğimiz yaz Rusya’da meydana gelen büyük orman yangınlarına neden olan benzeri görülmemiş sıcak dalgası hakkında bilimsel bir çalışma yaparak Rus halkını rahatsız etti.
KGB Rusya’sında halkı rahatsız eden çalışması çerçevesinde bir röportajında Profesör Levaşov şunları söyledi:

“1970’lerde ABD ve SSCB eşi görülmemiş bir iklim silahı yarışına girdi.”

İklim silahları oldukça ilkel ama güvenilirdir. Alaska, Grönland ve Norveç’i dolduran ABD istasyonları kuvvetli bir anten alanı yaratabilir ve bu yoğun radyasyonu Amerikan uydularına gönderebilir.

Doğu Avrupa Düzlükleri üzerinde büyük bir iyon merceği oluşturulduğu Rus bilim adamlarımız tarafından doğrulandı. Bölgedeki ozon tabakası %43 boşaltıldı.
Bu anomali açık bir şekilde yapaydır. Ayrıca, ABD uyduları tarafından bu kuvvetli iyon mercekleri yaratıldığında güçlü bir morötesi güneş ışını ve sert bir kozmik radyasyon kayıt edildi.
Bu jeofizik silahı diye adlandırabileceğimiz silah Amerikalılar tarafından kullanılmıştır ve Dünya Rusya toprakları içinden ısınmaya başladı.

20 Temmuz günü ABD iklim silahları Rus ordusu tarafından yok edildi, sonra Avrupa’nın her yerine yağmur yağdı ve sıcaklıklar normale döndü. Hatırlayabileceğiniz gibi, Temmuz ayı içinde Avrupa’da – 40-45 Santigrat Derece oldukça sıcak bir hava vardı ve hiç yağmur yoktu. Ancak 20 Temmuz’dan sonra Avrupa ve Rusya’da yağmur yağdı, harfi harfine ABD iklim silahları yok edildikten sonra ilk saat içinde.

Ancak sadece 22 Temmuz’dan sonra ABD jeofizik silahları yok edildiğinde, antisiklon hareket etmeye başladı.

24 Temmuz günü yapılan bir toplantı sırasında 20 ve 22 Temmuz tarihlerinde iklim ve jeofizik silahlarının yok edildiğini söyledim. Bundan sonra, Samara yakınındaki birkaç gölün sadece birkaç saat içinde tabanlarındaki çatlaklar yoluyla boşaltıldığını söyleyen bir mesaj aldım.
Aşırı sıcakta göller kuruyabilir. Göl yavaş yavaş küçülür sonra sadece bazı çamurlar kalır ve sonunda bir göl tamamen kuruyabilir. Ancak bu durumda, göller kurumadı, yeraltına gitti, göllerin suları vardı ve sular gitti, diplerde geniş çatlaklar tespit edildi. Bu Amerikalıların jeofizik silahlarını göller üzerinde kullandığı demektir.

ABD’nin iklim ve jeofizik silahları yok edildikten sonra, birden Rusya’nın her yerinde yangınlar ortaya çıktı. Yangınların çoğu onların felaketine neden olabilecek olan nükleer füzelerimizin bulunduğu stratejik alanların çevresinde oldu.

Gözlemcilerimiz orman yangınları ve gece boyunca Rusya toprakları üzerinden geçen ABD’nin insansız uzay aracı H37V’nin geçişi arasında bir bağlantı buldu. Amerikan uzay aracı, her geçişinde kaydedilen kuvvetli yangın tornadoları yaratmak için büyük bir lazer taşımak için yeterli bir büyüklükteydi.

Amerikan uydusunun Rusya’daki orman yangınlarının tutuşturduğunu gören görgü tanıklarının olduğunu belirten bir mesaj aldım. İnsanlar şans eseri göğe ulaşan bir ışının nasıl ateş çıkardığını gördü. Yapay sis içindeki ışın açıkça görünürdü.

Amerikalılar durumu şiddetlendirmeyi planladı, Rusya’da ki her şeyi yaktılar ve Doğu Avrupa Düzlüklerini bir çöl haline çevirdiler.

Ancak yangınların çoğuna Rusya’da ki Amerikan ajanları tarafından işlenen kundaklamalar neden oldu. İnsanlar benzinle sırılsıklam tekerleklerin ormanlarımız içine nasıl atıldığını gördü. Böyle birçok olay oldu. ABD insansız uçağı X-37B de ayrıca gece boyunca büyük-ölçekli yangınlar çıkardı.
18 ya da 19 Ağustos günü, ABD silahlarının Rus ordusu tarafından yok edildiği açık olunca, Çin Halk Cumhuriyeti Kurtuluş Ordusu’ndan Tümgeneral Zhou Chen Hao X-37B insansız uçağının uçuşu hakkında muhabirlere bir brifing verdi. Washington’dan sonra Pekin en modern uydu izleme sistemlerine sahiptir.

General Zhou Chen Hao ABD’yi Çin topraklarında yapay depremler ve şiddetli yağışlar yaratmakla ve geniş çaplı felaketlere neden olmakla suçladı. Pentagon’un gizli bir askeri programı olan “Çarpıcı güç olarak Hava” dan bir basın toplantısında özellikle değinilmişti. Çin’de ki hasarlara ABD’nin neden olduğu hakkındaki belgeler BM’ye gönderildi.

Amerikalılarının yarattığı Rusya’daki anormal sıcak yaz sadece ürünlerimiz yok etmekle kalmayacaktı. Onların planladığı gibi antisiklon dört ay kalsaydı, tabiatımız ve Rusya bir ülke olarak trilyonlarca ABD doları olarak tahmin edebileceğimiz devasa zararlar görebilirdi.

ABD’nin 5.kolu 4-5 Ağustos tarihlerinde yapıldığını düşündüğümüz Rusya’ya daha ciddi bir saldırı planladı. Bu bilgiyi aldığım kaynaklarımı ifşa etmeyeceğim ancak kesinlikle böyle bir bilgi var. 4 Ağustos Çarşamba gece yarısı dolaylarında, beni aradılar ve Moskova’nın farklı bölgelerine zehirli gazlarla birçok silindirin konulduğunu söylediler. Onlardan bazıları özel servislerimiz tarafından kaldırılırken, diğer lokasyonlardakilerin yerleri bilinmeden kaldı.

5.kol bu operasyonu başlatmak için sadece uygun bir an bekledi. Güney-doğu’dan pis kokulu duman geldiği zaman ve akşam havada hiçbir rüzgâr yokken operasyonun başlatılması planlandı. Bu tam olarak Moskova’da bir terör kampanyası başlatmak için bekleyenlerin günüydü ve silindirlerden gazları serbest bıraktılar. Pis kokulu dumana eklenen gazlar öldürücü bir silah oldu.

6 Ağustos’ta, Batı dünya medyası Moskova’da ki veba ve yüksek seviyeli nükleer radyasyon hakkında haber yapmaya başladı. Ayrıca Rusya’da ki kimyasal ve biyolojik silahların yandıklarını bildirdiler. Ancak Moskova’nın yakınında gerçekten yanan bir kimyasal ve bakteriyolojik silah deposu yoktu. Bu depolar genellikle yer altında bulunmaktadır.

7 Ağustos sabahında, Moskova’da ki ABD Büyükelçiliği’nde sadece bir basın sekreteri ve korumalar kaldı. 1,500 elçilik çalışanı aileleriyle birlikte terk etti. Böylece Moskova’dan kaçan Amerikalıların toplam sayısı 5,000 kişiyi buldu. Bir gün içinde bu kadar çok insanın tahliye edilmesi mümkün değildir. Ve Moskova’dan ABD ye ek uçuş yapıldığına dair de bir haber yoktu.Bu nedenle onlar gizlice, yavaş yavaş ve ayrı gruplar halinde Moskova’yı terk etti. Tahliye işlemi iyi bir şekilde planlanmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Batı basınına tüm bilgileri sağlamak ve bir tahliye planı hazırlamak zaman alırdı.

ABD Dışişleri Bakanı’nın medya raporu hazırladı ve kendi resmi başvurusunu başlatmak için koştu bu gerçek yüzde yüz kesinlikle ABD’nin Moskova’ya bir kimyasal saldırı düzenleme senaryosunun önceden hazırlandığını gösterir. Hatta 5 Eylül, ABD halen kimyasal-biyolojik ve “kirli” nükleer silahlarla Moskova’ya saldırma planını iptal etmedi. O gün, ABD Dışişleri Bakanlığı “veba ve nükleer radyasyon durumu öngörülemeyen bir süre Moskova’da kalacağını” belirten resmi bir belge sundu diyor Rus jeofizik Profesörü Nikolay Levaşov.”

Kavkaz Centerhttp://www.kavkaznews.com/

******
“Katrina doğal bir kasırga değildi. Elinde iklim silahı olan Moskova tarafından yaratıldı. Moskova ABDye karşı iklim savaşı başlattı”


“İklim silahları Türkiye’ye de kullanıldı”

Herhangi bir bölgede yağışı arttırabil-mek içinse, yine var olan sistem içine (bulut) çok düşük sıcaklıkta yoğunlaşma çekirdekleri serperek, hem rüzgâr hızını hem de yoğunlaşma çekirdeklerini arttırma prensibine dayandırılmaktadır. Daha büyük boyutlarda uygulandığında ise hava sistemlerinin oluşum merkezlerine gerek uzaydan güneş enerjisi, gerekse tersten elektromanyetik dalga enerjisi vererek (iyonosfer tabakası da kullanılarak) o bölgede var olan oluşumu hızlandırıp zincirleme reaksiyonlar neticesinde alçak basınç merkezini kuvvetlendirmek mümkündür. Ya da yerde veya atmosferde soğutma meydana getirerek etkisini azaltmak mümkündür. Bugün bu uygulamaları ancak ve ancak ABD ve onun kontrolü altında diğer gelişmiş ülkelerin yapma imkânı vardır.

Son günlerde gerçekleşen Katrina ve Rita kasırgaları buna örnek gösterilebilir.
Katrina kasırgası sürekli desteklendi ve yönlendirme yapıldı. New Orleans’la sınırlı bırakıldı. Oysa böyle bir kasırga bu kadar küçük bir bölge ile sınırlı kalmamalıydı. Rita kasırgası ise başta desteklendi daha sonra dağıtılarak etkisi azaltıldı ve bölgeye yayıldı.

1993-95 arasında kuraklığı önlemek amacı ile İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü ile ABD’li şirketler arasındaki anlaşma sonucunda Ankara, İstanbul ve İzmir’de suni yağmur denemeleri (bulut tohumlama) yapıldı. Sonucunda Ereğli-Cide arasında kalan sahil şeridinde mal kayıpları meydana geldi.

2000-2001 arasında yaşanan kuraklığa çare bulabilmek amacıyla Rus firmaları tarafından bahar aylarında teklif edilen suni yağmur denemelerini DSİ Genel Müdürlüğü kabul etmeyince, aynı firmalar Suriye ile anlaşmış, sonuçta felaket yaşanmış can ve mal kayıpları meydana gelmiştir.
2002 yılı ABD-Irak Savaşı esnasında ABD kuvvetleri birliklerini kamufle etmek amacıyla Suriye ve Necef çöllerinde suni kum fırtınaları yaratmış, Ukrayna üzerinde hava modifikasyonu uygulamıştır. Nisan ayı başında aşırı sıcaklık yükselmesi sonucunda şiddetli kar erimeleri meydana gelerek sel felaketleri yaşanmış, can ve mal kayıpları meydana gelmiştir.

2004 Atina Olimpiyatları’nı sekteye uğratmamak için Atina’yı etkileyebilecek yağmur bulutlan Romanya ve Bulgaristan üzerinde modifiye edilmiş, yönü değiştirilerek İstanbul Alibeyköy’ün sular altında kalınanıma neden olunmuştur.”

http://www.haberpan.com/
*******

“ABD ile Rusya arasmda müthiş bir teknoloji savaşı var”
ABD’de yaşanan kasırgaların yapay olduğunu söyleyebilmek için delillere ihtiyaç var. Elbette Amerikalıların bu kasırgalara Rus isimleri vermesi bir anlam ifade etmektedir. Bu da ‘Sizden şüpheleniyoruz’ demektir. Doğrusu Amerikalılar, Rusların 1970’lerde bu tür silahları geliştirdiklerini düşündüler. Bununla ilgili en kapsamlı çalışmalar ABD’Iİ nükleer fizikçi ve emekli Albay Thomas Bearden’a aittir. ABD bu şüpheleri yüzünden Rusları, 1976 yılında, ENMOD denilen, “Hava Değişim Tekniklerinin Askeri ya da Düşmanca Kullanımının Yasaklanması Konvansiyonu”nu imza etmeye zorlamıştır. ABD, Rusların mikrodalga silahlarına karşı da HAARP projesini geliştiriyor.
AYDOĞAN VATANDAŞ / HAARP kitabının yazarı

Derleyen: Mehmet Fahri Sertkaya