Mahmud Efendi mürşid de müceddid de değil. Akıl sağlığı yerinde de değil.

İsmailağa gerçek bir tarikat değil, Mahmud Efendi bir cami imamından başka bir şey değil. 

Kendini mürşid ve müceddid zan eden bir cami imamı olan Mahmud Efendi’nin uzun yıllardır akıl sağlığının yerinde olmadığına dair yemin etsem, başım ağrımaz.
İslamcı basında uzun süreler köşe verilmiş ve yazarlık da yapmış, Müslümanların arasında marka olmuş, hepinizin mutlaka ismini duyup bildiği bir uzman psikiyatr olan Sefa Saygılı’nın, yine İslamcı bir gazetenin tanınmış bir yazarı olan Ali Eren‘e söylediği söz aynen şu şekildedir.

 “Hocam! Bu Mahmud Efendi benim hastamdı. Bana getirirlerdi. On beş gün sonra kontrole getirirlerdi de beni yeni gördüğünü zan ederdi. On beş gün önce tanıştığı kişiyi bile hatırlayamaz bir haldeydi. Sağlığı çok bozuk, çok..”

Bu bilgiyi, Mahmud Efendi cemaatine müntesip olan ve içeriden/merkezden haber alan insanlara da teyit ettirdim. 1998’den beri pek çok psikoloğa/uzmana götürülmüş. Pek çok müntesip de, “Ona bilerek yanlış ilaç verdiler. Ona kastettiler.” diyerek kendilerini kandırıyorlar. Hatta Mahmud Efendi’nin aile fertlerinde de çok ciddi sıkıntılar, rahatsızlıklar olmuş. Cemaatin bağlıları da yine “Ailecek sıkıntı veriyorlar. Kastediyorlar.” diyerek kendilerini avutuyorlar. Bir hakiki mürşid hatta iddialara göre müceddid düşünün ki kendisi ve ailesi cinni sıkıntılarla uğraşıyor. Olabilecek şey midir bu? Gerçek bir mürşidin/müceddidin tasarrufu bir bölgeyi bile şeytanların zararlarından emin eyleyecek kadar güçlüdür.

Ortada tartışılmayacak gerçekler var ve bu gerçekleri ifade etmek hakaret etmek de değil, kardeşliği zedelemek de değil, iftira da değil, fitne de değil:
➥  Mahmud Efendi de, ondan önceki Ali Haydar Efendi de zahiri alimdiler. Tasavvufta hiçbir icazetleri yoktu. Mürşid değildiler.

➥  İkisi de kendilerinde bir hüner olmadığını, rasulullah efendimiz (s.a.v.) ile manevi bağlarının olmadığını bildikleri halde, kendilerine rabıta yapılmasına müsaade ettiler. Ve akıl almaz veballere girdiler. İmam-ı Rabbani hazretleri, böyleleri için “Kutta-i tarik yani tarikat eşkıyası” diyor.

➥  Ali Haydar Efendi, 25 sene korkusundan evinden dışarı çıkamamış ve memleketin dinsizleştirildiği bir dönemde en temel zahiri alimlik mes’uliyetlerini bile korkusundan yerine getirememiş bir zavallıydı. Gerçek mürşid-i kamilin ve talebelerinin akıl almaz mücadeleleri ile ortalık biraz yumuşadı, küfrün şiddeti kırıldı da evinden çıkabildi. İlk olarak da mürşidlik iddia etti. Sabetaycı gizli Yahudi bir hainden başka bir şey olmayan Adnan Menderes‘i kahraman ilan etti. “Beş vakit namazlarımızın ardından ona dua edeceğiz.” dedi. İkaz edildi, dinlemedi. Bozuldu, rezil edildi, dinlemedi.

➥  Ondan sonra da Mahmud Efendi bu tiyatroyu devam ettirdi. O da ikaz edildi, dinlemedi. Bağlılarının yanında mahcup edildi, “Ben mürşid değilim. kendi camiinde islam’a hizmet eden bir hocaefendiyim. Mürşidlik, beni sevenlerin bana yakıştırması.” yalanını söyleyerek sıyrıldı ve yine de mürşidlik iddia etmeye, kendine rabıta yaptırmaya ve yol kesmeye devam etti. Nihayet Jet Fadıl gibi adı vurguncuya çıkmış birinin maddi desteği ile bir otelde kendini 15. hicri asrın müceddidi seçtirdi. Ve aynı organizasyon Jet Fadıl’ın reklamına da çevrildi.

Halbuki, mürşidler/müceddiler hiçbir zaman seçimle belirlenmediler. Bu bir ilkti. Daha önce hiç kimse böyle pervasızca bir sahtekarlığa yeltenmedi. Bir de onu seçen 350’ye yakın kişinin çoğu muteber isimler değildi. Pek çoğu geçtik mutasavvıf olmayı ehl-i sünnet bile değildi. Samimiyetle Mahmud Efendi’ye bağlanmış pek çok kardeşimiz, onu seçmeye gelen pek çok sözde alime reddiyeler yapmışlardı daha önceleri. Mesala Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf Karadavi, su katıksız bir İngiliz casusuydu. Bırakın ehl-i sünnet olmayı, insan bile değildi. Ortadoğu’daki Müslüman milletlerin tepkisi nedeni ile bir çok devlet tarafından sınırdan içeri girmesine izin verilmedi. Kuveyt’te halk “Çıkarın şu batı casusunu ülkemizden” diyerek ayaklandı, çaresiz kalan Kuveyt yetkilileri onu sınırdışı etti. Daha da ilginci, gelip Mahmud Efendi’yi müceddid ilan edecek bu sözde alimlere, o toplantıda Arapça sunum yapılıp Mahmud Efendi tanıtıldı. Yani oraya gelenlerin pek çoğu Mahmud Efendi’yi müceddid olup olmadığı hususunda ölçebilecek ve seçebilecek yeterliliği geçtik, doğru düzgün tanımıyorlardı bile…
Hep söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz ve ispat da edeceğiz:

➥  İslam dininin on iki hak tarikatı, bütün hak kolları ile beraber sonlandı. Bitti. Birisi hariç. O da Nakşibendi tarikatının Müceddidiye koludur ki son mürşid-i kamili Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) dur. 

Dünyanın uzatmaları oynadığı şu günümüzde, kıyamet sabahına kadar tasarruf üveysilik ile kendisinde kalacaktır. Ahir zamanda bu şekilde bir istisnai uygulama olacaktır. Yaşayan ve mürşidlik ya da müceddidlik ilan eden, kendisine rabıta yaptıran her kim varsa, yalan söylüyordur, aldanıyordur, aldatıyordur.


Mehmet Fahri Sertkaya

 | Akademi Dergisi

“Çarşaf giymeyen bu kapıdan feyiz alamaz.” Ali Haydar Efendi

Sanki kendisi gerçek mürşiddi de, feyiz alıyordu da, çarşaf giymiyorlar diye kızdı başkalarına feyiz dağıtmadı…

Güler misin, ağlar mısın…
Söver misin, döver misin…
Neyin kafasını yaşamaktı bu?
Zahiri bir İslam alimi bile tarih bilir. Kendini mürşid zan eden, mürşidlik iddia eden ve yüz binleri etrafına toplayan cami imamları, doğru düzgün tarih bilseler bile bu hataya düşmezler. Kaldı ki Fıkıhta meseledir, töreye, yöreye göre kılık kıyafet -şeriat sınırları içinde kalmak şartı ile- değişebilir. Zamanın değişmesi ile kılık kıyafet değişebilir.

Hatta meşhur fetvadır, bir Müslüman başka bir beldeye/bölgeye hicret etse, oraya yerleşse ve oranın ahalisi farklı bir kıyafet giyse -ve bu kıyafetleri şeriata uygun olsa- o hicret eden mü’mine, oranın kıyafetini giymek vacip olur.

Dünyanın yedi iklimindeki farklı farklı Müslüman milletleri tek tip bir kıyafete büründürmeye çalışmak ahmaklığın da ötesinde samimiyetsizliktir.

Dünya üzerinde üç yüz küsur çeşit Müslüman serpuşu var, nasıl tek çeşide indireceksin? Ya da indirmeli misin?

Takva ile hareket edeceksen, Ortodoks Hristiyanlarının çarşafını değil, Afgan Müslüman kadınının burkasını mecbur edeceksin. Ama sormak lazım, küfrün en şiddetli döneminde, durdurak bilmeden canı pahasına hizmet etmesi gerekirken 25 sene evinden dışarı çıkmamış sahte mürşidimiz Afganistan’ın neresi olduğunu biliyor muydu?…

Mehmet Fahri Sertkaya 

Akademi Dergisi

Cilbab ne demektir? Müslüman kadınların kıyafetleri tek tip çarşaf mı olmalıdır?

Tarih, Kültür, Sanat, Edebiyat, Þiir, Müzik, Dekorasyon, Kitap, Belgesel, Biliþim, Çocuk, Eðitim, Ekonomi, Seyahat, Ropörtaj, Saðlýk, Sinema, Þehir ve Yaþam, Teknoloji, Yemek ve Mutfak, http://www.akademidergisi.com

Kadınların kıyafet şekli 
 

Yalnız Kur’an diyen yalancılar, ”Kadının kapanması gerekmez” diyor. ”Kadına çarşaf farzdır” diyenler olduğu gibi, ”Çarşaf Hıristiyan rahibe kıyafetidir, giyilmez. Nitekim Abdülhamid Han çarşafı yasaklamıştı” diyenler de vardır. Dinimizdeki hükme bakalım:

➥ ”Kadınların vücut hatlarının belli olmayacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. İslam dini, kapanmayı emretmiş, ama belli bir örtü şekli bildirmemiştir. (Dürer-ül-mültekıte)

Ahzab suresinde bildirilen cilbab, erkeğin de, kadının da giydiği bir elbise, bir gömlektir. Zevacir ve Berika’daki, ”Haya cilbabını [örtüsünü] çıkaranın [aleyhinde] söz etmek gıybet olmaz.” [Beyheki] ve ”Cilbabı [gömleği] haram olan erkeğin namazı kabul olmaz.” [Bezzar] mealindeki hadis-i şeriflerde cilbabın bir örtü olduğu açıkça görülmektedir. Cilbabın dış elbise olduğu tefsirlerde de yazılıdır:

➥ Cilbab, hımarın [tülbentin] üstüne örtülen ve göğse kadar inerek gömleğin ceybini [yakasını] boynu örten baş örtüsü. (Ebüssüud tefsiri)

➥ Cilbab, tek parça örtü. (Celaleyn)

➥ Cilbab, göğse kadar inen baş örtüsü. (Ruh-ul-beyan)
➥ Cilbab, milhafedir. (Beydavi)

➥ Cilbab, hımardan büyük örtü veya vücudunu örten dış elbise. (Kurtubi)

➥ Cilbab, bedeni baştan aşağı örten çarşaf, ferace, çar gibi dış giysi. (Elmalılı)

➥ Cilbab, dışa giyilen örtü. (Tibyan, A.Fikri Yavuz ve Hasan Basri Çantay’ın meali)

➥ Cilbab, milhafe, entari veya hımar. (El-Envar) [Milhafe = dış örtü ki buna ferace de denir.]

➥ Cilbab, feracedir. (Ö. Nasuhi Bilmen tefsiri)

Nur suresinde; ”Kadınlar, hımarlarını [başörtülerini] yakalarına örtsünler.” buyuruluyor. Eğer cilbab çarşaf demek olsaydı, hımar denmezdi. Fıkıh kitapları cilbabın dış örtü olduğunu bildiriyor. Bir örnek:➥ Hanıma verilmesi vacip olan nafaka, yemek, kisve ve meskendir. Kisve, hımar ve milhafedir. (Bahr-ür raık)

Tefsir, hadis ve fıkıhta cilbab dış örtüdür. Çarşafa bid’at denmez; çünkü âdetteki değişiklik bid’at olmaz. Şalvar ve pantolon da böyledir. 
Çarşaf kelimesi, Farsça çader-şepten [gece örtüsü] bozularak Türkçe’ye girmiştir; tesettür için ev dışında giyilen üstlüktür. Tanzimatta hacca giden İranlılardan alınan çarşaf, önceleri bid’at sayılıp pek tutulmamışsa da, 1870’ten sonra yaygınlaştı. Daha sonra II. Abdülhamid Han, 4 Ramazan 1309 (2 Nisan 1892) tarihli bir emirle çarşafı yasakladı. (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)

Yaşmak ile ferace giyilirken, 1872’de Subhi Paşanın Suriye valiliğinden dönüşünde ailesi Suriye’den getirdikleri çarşafla görününce, İstanbul’da çarşaf moda oldu. (Musahibzade Celal, Eski İstanbul Yaşayışı)

1889’dan sonra açık feraceli iki paşa kızına birkaç külhanbeyi laf atıp feracelerini yırtınca, bu defa çarşafa rağbet arttı. Bid’at diyenler de giydi. (Sermed Muhtar Alus, Aylık Ansiklopedisi sayı 36)

1913’te yüz binlerce Balkan muhacirleri İstanbul’a Ortodoks kadınlarının giydiği siyah çarşafı ile gelmişti. Zamanla bu da İstanbul’a yayıldı. Hükumetin zaten uğraşacak hâli yoktu, çarşafa mani olamadı. (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimler sözlüğü)

3 Ekim 1883’te Şeyh-ül-İslam’ın teklifi ve padişahın emriyle ferace dışında bir şey giymek yasaklandı. Daha sonra çarşaf da giyildi. O zamanki çarşaflar farklı idi. (Vakit. 4.10.1883)

 Sual : (Çarşaf tam tesettürdür) diyorlar. Buna da delil olarak Âişe validemizin giyiminden dem vuruyorlar. Bence çarşaf İslam’ın evrenselliğine aykırı. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?
CEVAP: Sence ile, bence ile, onca ile din olmaz. Kitaplar ne yazıyor bunu bilmek gerekir. Bizim veya sizin bu konudaki fikirlerimiz dinde hiç ölçü olur mu?

Âişe validemiz bir defa çarşaf giymemiştir. Entari giydikleri, eteklik giydikleri hadis-i şeriflerle sabit. Giymiş olsa bile, bu bir âdettir. Peygamber efendimiz de entari giyerdi. Niye erkeklerimiz entari giymiyor? Peygamber efendimiz deveye binerdi, onlar niye Mercedes’e biniyorlar?. Binmelerinde mahzur yoktur. Bunlar âdettir, giyim de bir âdettir. Dinimiz belli bir şekil bildirmemiştir.
Arap ülkelerinde yaşayanların iklim şartlarına uygun olanı çarşaf olabilir. Fakat kalkıp da kutuplarda yaşayan müslümanlara çarşaf giyeceksin diyemeyiz. Bu iklime uygun olmaz çünkü. Dolayısıyla İslam’ın evrenselliği diye bir şey yoktur bunda.

  Sual : Bazıları; “Çarşaf Hristiyan rahibelerinden geldiği için giyilmesi caiz olmaz. Şalvar ve pantolon giymek de bid’attir.” diyorlar. Bu hususta dinimizin hükmü nedir?

CEVAP: Kadınların vücut hatlarının [kaba avret yerlerinin şekli ve rengi] belli olmayacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. İslam dini, kapanmayı emretmiş, ama belli bir örtü şekli bildirmemiştir. (Dürer-ül-mültekite)

Peygamber efendimizin ve Eshab-ı Kiram’ın mübarek hanımları, çarşafla örtünmemiştir. Hiçbir kitapta çarşaf giydikleri bildirilmiyor. Milhafe, ferace, fistan, entari giydikleri birçok kitapta bildiriliyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de, böyle değişik elbise giydiklerini 313. mektubunda bildiriyor. Bu hususlar, Cami-ur-rumuz ve Hidaye kitabında da bildiriliyor. 
Kapanması gereken yerleri örtmek ve yukarıda bildirilen vücut hatlarını belli etmemek şartı ile kadınlar, bulunduğu şehrin âdetine uygun giyinir. Çünkü elbise gibi mübahlarda, şehrin âdetine uymamak tahrimen mekruhtur. Zaruret olmadıkça, haramlarda hiçbir yerin âdetine uyulmaz. (Hadika)

Peygamber efendimiz, ayaklarına kadar uzun gömlek, yani entari giymiştir. Şalvar ve pantolon giymemiştir. Bunları giymek âdette bid’attir. Âdette bid’at olan şeyi yapmak günah değildir. Taksiye, uçağa binmek de âdette bid’attir. Bunları yapmak günah değil dinin emridir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin bol pantolon veya şalvar giymeleri caizdir, günah olmaz. Elbisenin şekli ibadet değil, âdettir. Çünkü Peygamber efendimiz, papaz ayakkabısı, Rum elbisesi giymiştir. (Redd-ül muhtar)

Peygamber efendimizin böyle âdet olarak yaptığı şeylere Sünnet-i zevaid denir. Bunları terk etmek günah olmaz. (Hadika)
Bir kavme benzeyen onlardandır.” hadis-i şerifi, ibadetlerde benzemenin tehlikesini bildirmektedir. Mesela papaz zünnarı ve haç takmak böyledir. 
Dikiş makinesi, daktilo, elbise gibi şeyler ise âdettir. Âdetlerde kâfirlere benzemek günah olmaz. Peygamber efendimiz, her zaman belli bir elbise giymezdi. Bazen Rum, bazen Arap elbisesi giyerdi. Kolları dar Rum cübbesi de giymiştir. (Tirmizi)

Herkesin çarşaf giydiği bir yerde, birkaç kadının manto giymesi fitneye sebep olacağından uygun olmadığı gibi, manto giyilmesi âdet olan yerlerde de çarşaf giyilmesi uygun olmaz. Çünkü bir yerde âdet olan şeyler giyilmezse, gösteriş ve şöhret olur, fitneye sebep olur. Hadis-i şerifte ”Fitneyi uyandırana lanet olsun.” buyuruldu. (Hadika) Eşarbı manto içine koymak
 Sual : Bir âyette; ”Başörtülerini yakalarına örtsünler” denildiğine göre, eşarbı mantonun içine koymanın, bu âyete aykırı olduğu söyleniyor. Başörtüsünün mutlaka göğsü ve omuzları kapatacak şekilde olması şart mı? Mantonun içine konsa mahzuru olur mu?

CEVAP: Şart olan saçları örtmektir. O âyet-i kerimenin meali şöyledir:
➥ ‘‘[Kadınlar, yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [saç, kulak, boyun, gerdan gibi ziynet takılan yerlerini] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]
Demek ki, başı örtmekten maksat, saçları, kulakları ve gerdanı örtmektir. Bu örtünmenin şekli değil, önemli olan örtülmüş olmasıdır. Örtü, dikkati çekecek renk ve şekillerden de, uzak olmalıdır.

Çene altını kapatmak

 Sual : Kadınlar, namaz kılarken çene altlarını da kapatmaları gerekir mi?

CEVAP: Evet, gerekir.

Çarşafın yasaklanması

  Sual : II. Abdülhamid han, kadınların çarşaf giymesini niçin yasaklamıştır?

CEVAP: Bu husustaki emrin özeti şöyledir:

➥ Büyük İslâm devletinin ayakta durması, kadın ve erkek bütün Müslümanların her türlü hal ve hareketlerinde dinin hükümlerine uymalarına bağlıdır. Aksi hal, Allah korusun, gerek fertler, gerek devlet için, maddî ve manevî sonsuz zararlara sebep olacağından, İslam kadınlarının Allah’ın emirlerinden olan örtünme usul ve kaidelerine, fevkalade dikkat ve itina etmeleri gerekir. Bu çarşaflar, İslam kadınlarınca örtünmeye asla münasip ve müsait olmadığı gibi, bazı münasebetsiz erkekler tarafından da, kötü maksatlarla giyilebilir. Dindarlık ve maslahat bakımından meydanda olan zararlarından ötürü, gereği uygun bir şekilde anlatılarak, kadınların çarşaf giymelerinin yasaklanması Padişah emri iktizasındandır. (Yıldız Saray-ı Hümâyûnu Başkitâbet Dairesi 5894; 2 Nisan 1892 Hükümdar Başkâtibi)

Kaynak: dinimizislam.com

Akademi Dergisi

Çarşaf farz değildir. Farz olan tesettürdür. Cilbab ayetinin izahı…

Tarih, Kültür, Sanat, Edebiyat, Þiir, Müzik, Dekorasyon, Kitap, Belgesel, Biliþim, Çocuk, Eðitim, Ekonomi, Seyahat, Ropörtaj, Saðlýk, Sinema, Þehir ve Yaþam, Teknoloji, Yemek ve Mutfak, http://www.akademidergisi.com

Cilbab, kadını yukardan aşağıya kadar örten dış elbise olduğuna göre, kadınların evlerinin içersinde giydikleri iç elbi­seleri ile dışarıya çıkmamaları, çıktıkları zaman üzerlerine cil­bablarını almaları bu ayeti kerime ile emredilmekte, böylece kadının hür ve iffetli olarak tanınması, kendisine taarruzun yapılmaması için tessettürün en münasip kıyafet olduğu ifade edilmektedir.

Hz. Allah (c.c.) erkeklerin ne ile örtüneceklerinden hiç bah­setmediği halde kadınların örtünmelerinden bahsederken “Cilbab” ı zikretmektedir.

Ortaya çıkan en kuvvetli görüşe göre Cilbab; ”Kadının başını ve yüzünün bir kısmını örttüğü, fazlasını göğsü üzerine sarkıttığı, Anadolumuzda atkı, şal ve poşu denilen, kadınların sokağa çıkarken iç elbiselerinin üzerine attıkları, dört köşe ve kolsuz bir kumaştır.” 
Bununla beraber cilbabın, memleketimiz de bazı Müslüman hanımlar tarafından kullanılan çarşaf ma­nasına gelmediğini iddia etmek hem imkansız, hemde lüzum­suzdur. Fakat kadının tesettürü için çarşafı şart koşmak, daha da ileri giderek başka elbiselerle tesettürü caiz görmemek, teset­tür noktasından İslami sahayı daraltmaktan başka bir şey değildir. İnsanların buna müdahele etmesi, hüküm ve şart ilave etmesi, caiz ve kafi olanın caiz ve kafi olmadığını iddia et­mesi düşünülemez.

Peygayberimiz (s.a.v.)

➥ “Helal, Allah’ın kitabında helal kıldığı, haram da Allah (c.c.)’ın kitabında haram kıldığıdır. Allah’ın sü­kut ettiği (helal veya haram kılmadığı) ise affedilenden (mübah kılınandan) dır.” buyurmuşlardır. Demek ki açıkça emredilmeyen veya yasaklanmayanlar, Allah (c.c.) hz.lerinin affettiklerinden (mübah kıldıklarından) dır.

Sevgili peygamberimiz bu hadis-i şerifi “tereyağı ve pey­nir yemekle, kürk giymenin caiz olup olmadığına” dair sorulan bir soru üzerine irad buyurmuşlardır. Bu hadis-i şeriften de anlaşılıyor ki, tesettürün muayyen/belirli bir kıyafetle olması şart değildir. Müslüman erkek ve kadının kafirin küfrüne simge olmayan ve dinimizin aradığı vasıflara sahip elbise ile örtünmesi kâfidir. “Müslümanların güzel gördüğü Allah (cc) indinde de güzeldir.” buyurmuşlardır.

Mevlamız (c.c.) kadınların tesettürü hususunda Cilbab’ı zik­rettiğine göre zikri geçmeyenlerle tesettür caiz ve kafi değildir diye iddia etmek, yanlıştır. “Üşümemeniz için hırkanızı giyi­niz.” denilince soğuktan korunmanın başka elbiselerle müm­kün olmayacağını iddia etmenin akıl ve mantığa ters düştüğü gibi. Burada şunu da ilave etmek lazımdır ki, çarşaf müslü­manların icat ettikleri bir elbise olmayıp, bilakis yabancıların icat edip giydikleri bir elbisedir. Muhtelif/çeşitli sebeplerle sonradan memleketi­mize girmiş olup, müslüman kadının tek dini kıyafeti değildir. Kafirlerin küfürlerine simge olmadığı için giyilmesi sadece ca­izdir.

Bazı müslüman hanım kardeşlerimizin ise, mantoyu, garplıların icadı diye giymediklerine, giyilmesini caiz görme­diklerine dair haberler ortalıkta dolaşmaktadır. Meselenin aslına vukufu olmayanların ileri sürdüğü bu fikirler, bazı müs­lümanları tereddüt ve tedirginliğe sevk etmektedir. Elbisenin kimler tarafından icat edildiği mühim olmayıp, “gayr-i müslim­lere has bir kıyafet olup olmadığı” mühimdir. Dikkat edilecek husus, giydiğimiz veya giydirdiğimiz elbiselerin kafirlere has ve kafirlik alameti olmaması ve İslami ölçülere uyup uymaması hususudur.

Şu hadis-i şerif buna şahitdir:

➥ “Peygamberimiz (s.a.v.) Rumi olan (diyar-ı Rum da Rumlar tarafından icat edilip yapılan) ve kolları dar olan cübbeyi giymiştir.” Yine Peygamberimiz, (s.a.v.) Habeşistan Kralı Necaşi’nin gönderdiği mestleri giymiş ve üze­rine meshetmişlerdir.

Müslüman hanımlar tarafından giyilecek manto veya per­düsünün, şekli ve hudutları sevgili Peygamberimiz(s.a.v.) ta­rafından, çizilen dış elbise evsafına/vasıflarına uygun olması lazımdır. Zira örtünme emri geldiği zaman peygamberimiz (s.a.v.) kızlarını ve hanımlarını toplayarak “Allah, (c.c.) Hz. leri örtünmenizi emrediyor.” buyurmuş ve dış elbisenin hudutlarını (izah edi­len şekilde) çizmiş, dış elbiselerini giymeden hanımların na­mazgaha dahi gelmemelerini emir buyurmuşlardır. 
Hicretin 5. yılında nazil olan örtünme ayetleri Müslümanlara tebliğ edilince, bir gece içinde bütün hanımlar örtünmüşler, Cilbab temin edemeyen hanımlar, muhtelif elbiselerini yırtarak Cilbab (dış elbise) haline getirmişler sokağa ondan sonra çıkmışlardır. Müslüman hanımların çok kısa bir zamanda örtünmelerini hazmedemeyen Yahudiler, uzun bir ipin ucuna taktıkları çen­gelli diken ağaçlarını, Müslüman hanımların, üzerine örttük­leri Cilbablarını, onların haberleri olmadan takıp çekerek düğmesiz olan bu elbiseleri düşürmek suretiyle onlarla alay etmeğe kalkışmışlar, müslüman erkekler de Yahudilere an­ladıkları dilden cezalarını vermişlerdir.

Yahudi aynı Yahudi’dir. Bugün de asrîlik ipinin ucuna taktığı moda çengeli ile müslüman hanımın hem dış ve hem de iç elbisesine musallat olmuş, kadınımızın iffet ve namus şiârı olan elbisesini soymağa çalışmağa devam edegelmiştir. Onun için müslümanlar her zamankinden daha fazla dikkat edip, on­ların çengellerini ellerinin tersi ile itip, bu çirkin niyetlerine kalbi ile de buğz ederek en güzel ve en müessir cevabı vermeli­dirler.

| Ali Eren – İzdivaç ve Mahremiyetleri

 Soru:  Çarşaf giymek farz mıdır?

Cevap: BismillahirrahmanirrahimKadının dış kıyafetinin nasıl olması gerektiğini belirten ayet-i kerime de Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

➥ ”Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: Evden çıkarlarken üstlerine vücutlarını iyice örten dış elbiselerini giysinler. Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.” (Ahzab suresi: 59)

Bu ayet-i kerime de, Müslüman hanımların evlerinden çıkarken, üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafeti ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir.

Ayet-i kerime de dış elbise olarak ifade edilen kelime cilbabtır. Dolayısıyla farz olan çarşaf değil, cilbabtır.

Cilbab kadını başından ayağına kadar örten tek parça bir örtüdür. Bunun yörelere, bölgelere, örf ve adetlere göre çeşitli biçimleri vardır. Mesela çarşaf, ferace, çar, milhafe, peştamal cilbabın yöre ve örfe göre değişik biçimleridir.

Buna göre çarşaf giymemek değil de, dinimizin tesettür emrine yani cilbabla ifade edilen dış kıyafet niteliğine uymayan bir giyinme biçimi caiz değildir.

Şunu da belirtelim ki, günümüz için cilbab tanımına en uygun kıyafetlerden birisi de çarşaftır. Vücut hatlarını belli eden daracık kıyafetler kesinlikle tesettüre uygun bir örtünme değildir.

Selam ve Dua ile…

| Mehmet Talu
Tarih: 15.03.2012