Selahüddin ibn-i Mevlana Siracüddin (k.s.)

Tarih, Kültür, Sanat, Edebiyat, Þiir, Müzik, Dekorasyon, Kitap, Belgesel, Biliþim, Çocuk, Eðitim, Ekonomi, Seyahat, Ropörtaj, Saðlýk, Sinema, Þehir ve Yaþam, Teknoloji, Yemek ve Mutfak, http://www.akademidergisi.com

Buhara’lıdır. Nemengan’ın Tus bölgesinde dünyaya gelmiş bir Özbek Türküdür. Şeyh Mazhar İşan Cân-ı Cânân (k.s.) Hazretlerinin en büyük halifesi idiler. Altun Silsile’nin (Silsile-i Saadat’ın) manevi derece olarak dokuzuncu büyük rütbesi ve sıralama olarak otuz ikinci halkasıdır.

Devamlı istiğrak halinde, zamanın kutbu ve tayyi mekân sahibi idiler. Sabah namazlarının ekserisini, bu sûretle yani tayyi mekân ile Kâbe-i Muazzama’da kılarlardı.

Mekke Şerîfi Hüseyin’in İngilizlerle anlaşarak Osmanlı İmparatorluğuna ihanet ettiği Birinci Dünya Harbi yıllarında, Salahuddin İbn-i Mevlâna Süracüddin Hazretleri, son haclarını îfâ etmek üzere Mekke-i Mükerreme’de bulunuyorlardı. Şeriflik iddiasındaki bu hâin, kendilerinin pek çok kerâmetlerini duymuş ve itibar edilir bir zât olarak tanımıştı.

Bu münâsebetle kendisinden korkarak hapsettirdi. Kapılara kalın zincirler vurdurdu. Salâhuddin Hazretleri kalın zincirleri kırmak sûretiyle hapishane kapısını açıp çıkmak kerâmetini gösterdiler. Ve ertesi gün Altun oluk üzerine çıkıp “Evrâd-ı Fethiye”‘yi okumaya başladılar. Şerif Hüseyin tekrar yakalatarak, bu sefer çok daha sıkı tedbirler aldırdı. Ve tekrar hapishaneye koydurdu.

İbn-i Mevlânâ Sürâcüddin Hazretleri zincirleri tekrar parçalayıp hapishaneden çıktı. Bunu duyan Şerif Hüseyin memlekete kaçmaması için çok sıkı tedbirler aldırdı. Bütün yollar tutuldu. Bütün bunlara rağmen Salahuddin Hazretleri, Cidde’den hareket eden bir gemiye âile efradı ile birlikte binerek memleketine dönmek üzere yola çıktı. Bu haber duyulunca gemi tepeden tırnağa arandı. Fakat buna rağmen gemide bulunamadı.

Hazret-i Pîr (k.s.) baştan sona kadar aranan gemi ile memleketine sağ-salim döndüler. İngilizler tarafından, geminin yanaşacağı limana, bulunup yakalanması için telgrafla emirler verildi ise de yine bulunamadı. Şerif Hüseyin kendilerini buldurmak için bütün Hicaz’ı al-üst etti. Bunu bildikleri için ona şu manalı telgrafı çektiler:

➥ Sağ salim memleketime döndüm; boşuna zahmet çekmeyiniz.

Kerâmetleri sayılamayacak kadar çoktur. Sultan Abdülhamid Han Hazretleri zamanında İstanbul’u teşrif ettiler ve Sultan Abdülhamid Hazretleri tarafından bizzat kabul edilerek, sarayın misafiri oldular. Sultan Abdülhamid Hazretlerine ve o zaman henüz medresede talebe olarak bulunan Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretlerine, Nakşibendî yolunu talim buyurdular. Bir müddet İstanbul’da kaldılar.

Ezeli takdir icabı kendisinden sonra altun silsilenin halkasını teşkil edecek olan Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevî Hazretlerinin Nakşıbendî yolunda terakki ve talimini temin ettiler.

20. Asrın başlarına rastlayan bu ziyaretler esnasında, Osmanlı devletinin başına gelen felaketler ve ileride gelmesi mukadder büyük dertler sebebiyle pek çok iltica ve dualarda bulundular. Defalarca erbaıyn çıkardılar. Cenab-ı Hakka yalvardılar. Fakat bütün bunlara rağmen Ümmeti Muhammed’in, üzerine gelmekte olan belaları hakettiğinden kaderi ilahinin tahakkuk edeceğini ve bunun önüne geçilmesinin mümkün olmayacağını Sultan Abdülhamid Hazretlerine de izah buyurur. Bu sebepledir ki, Sultan Abdülhamid Han Hazretleri bir ihtilalle tahttan indirildiğinde ihtilalcilere karşı koymamış “Zâlike takdîru’l azîzil alîm” âyetini okumakla iktifa etmişlerdir.

Salahuddin Hazretleri Saraya müsafir olduğu günlerde İstanbul’un en mühim ziyaret yerlerinden biri olan Ebû Eyyub Sultan Hazretlerinin kabrini de ziyaret ettiler. Emrine saray tarafından tahsis edilen araba ile Eyub’e giderken haliç kenarında “Ya Vedûd Baba” nın türbesini ve türbeye inen füyuzatı ilahiyeyi görünce hayretlerini ifade ettiler.

➥ Bu zat kimdir? diye sorunca kendilerine:

➥ “Evliyadan, Ya Vedûd babadır, cevabı verildi. Ziyaretten dönüşlerinde tekrar aynı yerden geçerken yeniden aynı suali sorunca maiyyetinde bulunanlar;➥ “Efendi hazretleri ihtiyarladığından galiba az önce sorduğunu ve bizim söylediğimizi unuttu.” diye içlerinden geçirirler. Salahuddin Hazretleri ise, bunların iç hallerine vakıf olurlar. Bunun üzerine bindiği arabanın tekerleğinden bir miktar toprak alarak:

➥ “Şu sizin dünyanızdan gözlerime biraz toprak serpeyim de bari gördüklerimi bir daha unutmayayım” buyururlar. O, devamlı istiğrak halinde (müstağrakıyne fîzatillah makamında) oldukları için, bu sözleri ile, insanlarca mühim görülen pek çok şeye ehemmiyet vermediğini izhar buyurmuş oluyorlardı.

Halifelerinden Mirza Abdürrahim Efendi’yi (Tesbihçi Baba’yı) İstanbul’da, Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretleri’nin yanına bırakarak Buhâraya dönen Salahuddin İbn-i Mevlana Süracüddin Hazretleri ömrünün son yıllarını Buhâra’da geçirmiş ve Buhâra’da vefat etmiştir. Kabr-i şerifleri Buhâra’da yüksek bir tepe üzerindedir. Hazret-i Allah aziz sırlarını takdis buyursun, Amin.

Süleyman Efendi (k.s.) hazretlerinin babası ve dedelerinin hemen hepsi meşâyıhtandır. Kendileri, daha sonra intisab edeceği üstâzı Salâhuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddin (k.s.) hazretleri ile tanışmadan önce, babasının tarif ettiği bazı tasavvufi derslerle meşgul olurken bir gece şöyle bir rüya görürler:

➥ Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâuddîn, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî hazerâtı ve Nakşibendî yolunun Müceddidiye kolu büyüklerinden (k. esrârahüm) bir grup zevât-ı kiram halka tertip etmişler. Fakat aralarında bir kişilik boş yer bırakmışlar. Süleyman Efendi hazretleri bu boş yeri görünce, kendisi için oturmaya müsaade ederler mi diye düşünmüş… Tam bu esnada, Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurmuşlar ki:

➥ Oğlum, bu boşluk sana bırakıldı. Fakat seni Müceddidîn kolundan bir zât terbiye edecek, ondan sonra sen buraya oturacaksın.Bunun üzerine Süleyman Efendi hazretleri; ”Efendim ben o zâtı nerede ve nasıl bulabilirim” diye sorunca; “O seni bulur.” cevabını almıştır.

Aradan uzun yıllar geçmiş, Süleyman Efendi hazretlerinin talebeliği sona ermiştir. O devirlerde bazı İstanbul zenginleri Ramazan-ı Şerifte, hocalara ve talebelere ayrı ayrı iftar yemeği verirler, hatta ramazan ayı boyunca kazanlar kaynarmış.

Bir gün hocalara ziyafet veren bir zenginin evinde Süleyman Efendi hazretleri de bulunmuş. Yemekler yenilmiş, akabinde tanımadığı bir hoca Süleyman Efendi’ye; ➥ ”Oğlum Süleyman, Evrâd-ı Şerifi oku da duâmızı yapalım” demiş.

Süleyman Efendi hazretleri, hiç tanımadığı, fakat kendisini tanıyan bu zatın isteğini yerine getirerek, Evrâd-ı Bahâiye’yi okumuş. O zat da akabinde duasını yapmış. Ellerini yıkamak için sofradan kalkınca, o zat, Süleyman Efendi hazretlerinin ellerinden tutarak bir kenara çekmiş ve demiş ki:

➥ ”Oğlum, sen filan zaman bir rüya gördün. Sana, Müceddidiye kolundan bir mürşid terbiye verecek demişlerdi. Sonra sen, halkadaki boş yere oturacaktın, hatırladın mı?”

Süleyman Efendi, ”Evet efendim” demiş. Bunun üzerine o zât;➥  ”Ben Salâhuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddîn, Cenâb-ı Hakk’ın ve rûh-i Resûlüllâh’ın emri ile Türkistan’dan seni yetiştirmeye geldim” demişler.

Süleyman Efendi hazretleri, işte tam o andan itibaren teslîm-i küllî ile onun hizmetine girmiş ve bir süre beraber kalmışlar. Bilâhare Mevlâna Sirâcüddîn hazretleri yine Türkistan tarafına dönmüşler. Bu arada mektuplaştıkları olmuş.

Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a dönen Mevlâna Siracüddin hazretleri, Süleyman Efendi hazretleri ile beraber Bursa’ya giderler. Orada “Erbaîn” çıkarırlar. Süleyman Efendi hazretleri, erbaîn çıkardıktan sonra, hiç okumayı bilmeyen bir çocuğa, bir saat kadar kısa bir zaman içinde Kur’an okumasını öğretivermiş.

Süleyman Efendi hazretlerine verilen bu salahiyeti müşâhede eden üstâzı Mevlâna Sirâcüddin (k.s.), heyecanla Uludağ’a hitâben; ➥ ”Ey Keşiş dağı! Cenâb-ı Hak evlâdımıza öyle bir salahiyet verdi ki; isterse sana da, kımıldata kımıldata Kur’an okutur” demiş.

Yukarıda Kemal Kacar Bey’in (r.aleyh) yazısında da çok vecîz bir şekilde ifade edildiği üzere, Süleyman Efendi hazretlerine seyr-i sülûk merhalalerini ikmâl ettirmişlerdir. Sonra da, ➥ ”Oğlum, bizimki buraya kadar; artık bundan sonra sen, mânen İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri ile ierlemeye devam edeceksin. Buradan ileriye ben de sana ittiba‘ edeceğim” diye buyurarak, Süleyman Efendi hazretlerini İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâni nisbetine teslim etmişlerdir.
(k.s.): kuddise sirruh = Allah sırrını kutsasın/mübarek etsin demektir…

Akademi Dergisi 

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri: Sigara içmek haramdır. Maddeten ve manen felakettir

“Sigara içmek madden ve manen felakettir.”

 NOT :Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin, sigaraya dair sözlerinin sadeleştirilmiş ve herkesin anlayabileceği şekle getirilmiş halini başa koyduk, alt kısımda kaynağın aslını okuyabilirsiniz. Lütfen dikkatle okuyunuz. Fıkıh sahasında yeterli ilme sahip değilseniz, lüzumsuz ve haksız münazaralara girmeyiniz. Paylaşıp herkese duyurunuz. Profilinize ya da sayfanıza paylaşmanız durumunda, facebook’un sansürlemediğinden ve herkese gerçekten gösterildiğinden emin olunuz.

“Bilinsin ki, İslam’da malı ziyan etmek ve – lüzumlu, lüzumsuz – çok sual sormak haramdır. Bu durumda, malların zayiinden maksat, malları dünya ve ahirete faydası olmadan harcamak, israf ederek mahvetmektir. Bu kabil – dünya ve ahirete faydası olmadan yapılan- harcamalar ve israflar haram kılınmıştır.Sigara kullanılmasına dair, izah edilen haramlık tamamıyla kesin olup, doğruluğu tahkik edilmiştir. Zira sigara kullanılmasında dünyevi bir menfaat yoktur. Tam aksine tamamen zararlıdır.

Öyle bir zarar ki, sigaradan dolayı vücut içinde ve dışında meydana gelen belirtiler ve hastalıkların kaldırılıp giderilmesi, bir müddet sonra daha büyük paraların harcanıp israf edilmesini, neticede de bir fayda elde edilememesini icap ettirir.

Manevi zararları ise saymakla bitmez.

Manevi yükselmeye engeldir. Kokusundan ruhaniyet (Peygamberlerin, vefat etmiş mürşidlerin, evilyaullahın, dünya hayatında tasarrufta bulunabilen bedensiz ruhları ve melekler) rahatsız olur.

Rahmet vasıtaları olan sözkonusu ruhaniyetin ilişkisini, yani ruhani alakalarını meneder. Bu büyük bir musibettir.

Şu halde sigara içmek mânevi ve maddi olarak zarar vericidir ve haramdır.Haram, Allah’ın yasakladığı emirdir. Ona ısrarla devam edenler, emrine isyan ve muhalefet edenlerdir.

İş, Allah’ın emrine muhalefet ve isyana götürür. Günde 25-30 sigara içenler, günde bu sebeple Allâhü Teâlâ’ya 25-30 defa muhâlefet ediyor, haram irtikâb eyliyor (işliyor) demektir.

Bu işleri iyice düşünsünler.

Sigarayı büyük bir gayret ve kararlılıkla terk etsinler.

Sigarayı terk etmeye çalıştıklarında davranışlarında meydana gelen geçici olumsuzluklardan dolayı korkmasınlar. Bu hal, kısa bir zaman sonra sağlığa dönüşür.

Allah’ın rızası da gelir. Gayret ve iradenin ısrarla kullanılması lazımdır.Ramazan ayı bereket çokluğudur. Bu bırakmanın bu ayda başlamış olması, kesin başarı ile sonuçlanmasını sağlar. Fırsatı ganimet bilsinler.Ben de Allah’tan, bu beladan kesin surette kurtulmalarını niyaz ediyorum.Bundan sonra velev ki bir sigara olsun ellerine almasınlar ve ağızlarına koymasınlar.

Allah’tan muvaffakıyet ve yardım istesinler, mutlaka başarırlar.Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri (k.s.), Mektuplar Risalesi
ASLI

Sigara içmek madden ve manen felakettir. Malûm olsun ki, şerîatda izâ’a-i mâl, kesret-i suâl haramdır.

Bu makamda izâ’adan murâd, emvâlin dünya ve ahirete fâidesi olmayarak sarf ve istihlâkidir.

Bu kabîl sarfiyât ve istihlâkât-ı umûmiye muharremdir. Sigara isti’mâline hurmet-i mezkûre tamâmıyle sâbit ve mütehakkakdır.

Çünkü sigara isti’mâline menfaat-i dünyeviye yoktur. Bilakis mazarrat hâkimdir.Öyle mazarrat ki andan bedene, cismâniyete hâsıl olan ilel ve emrâzın ref’ u izâlesi bir zaman sonra daha mühim mebâliğin sarf ve istihlâkini, neticede de bir fâide elde eyleyememesini mûcibdir. Manevî mazarratı ise ta’dâd etmekle bitmez

Mâni’-i terakkîdır. Rayihasından ervâh-i Tayyibe muazzeb olur. Ve-sâit-i rahmet olan ervâh-ı mezkûrenin temâsını, yâni alâka-i rûhaniyelerini men’eder. Bu, büyük bir musibettir.

Şu halde sigara içmek mânen ve maddeten muzırdır, haramdır.
Haram, Allah’ın nehyettiği emirdir. Ana musır olanlar emrine isyân ve muhalefet edenlerdir.

İş, bu netîceye müncer olur Yevmiye 25-30 sigara içenler, günde bu sebeple Allâhü Teâlâ’ya 25-30 defa muhâlefet ediyor, haram irtikâb eyliyor demektir.

…. Bu umûru, teemmül etsinler. Sigarayı azm-i kavî ile terk etsinler. Mizâcda hâsıl olan muvakkat teşettütten dolayı korkmasınlar. Bu hal az bir zaman sonra sıhhati müstelzim olur.

Rızâ-i Mevlâ da inzimâm eder. Şehr-i Ramazan kesîru’l-berekâttır. Bu terkin, bu ayda başlamış olması kat’î muvaffakiyetle tetevvüc etmesini mûcibdir. Fırsatı ganîmet bilsinler.

Ben de Mevlâ’dan bu beliyyeden kat’î sûrette kurtulmalarını niyâz ediyorum.Ba’de-mâ, – velev bir sigara olsun – ellerine almasınlar ve ağızlarına koymasınlar.

Mevlâ’dan Tevfik ve medet istesinler, mutlaka muvaffak olurlar.

Süleyman Hilmi TUNAHAN Hazretleri (k.s.), Mektuplar Risalesi

Akademi Dergisi